Bir de Edebiyattan Bakalım… Sitem Dolu Olsun…

20
Bir de Edebiyattan Bakalım

Hikmet Temel Akarsu
Mart 2020

1990’lar… Neoliberalizmin “Kükreyen 90’lar”ı… Dünya dönüşüyor. Göz kamaştıran özgürlük nutukları ve neo-liberal demokrasi methiyeleri her yanda. Monetarist politikalar gözde. Herkes ekonomist, herkes finansçı, herkes kaldıraçla oturduğu yerden zengin olmak peşinde. Rant uğruna gözler kör olmuş. 24 Ocak kararlarını, sonrasını ve Türkiye’yi bu yola kimin soktuğunu gayet iyi biliyoruz. Ama muhalif olan herkes susturulmuş, sindirilmiş, devşirilmiş, satın alınmış. Tüm akvaryumları birleştirip tüm dünyayı tek bir havuzda toplarsanız piranhaların, en yırtıcıların, en güçlülerin, kısa sürede herkesi yiyip tüketeceğini sonra da kendi kendini yiyeceğini biliyoruz.  Ama bu fikirlerimizi duyuracağımız yer kalmamış. Ana akım medya coşmuş, plazalar devri, snob simalar laptop ellerinde starbucks’larda köşe yazarlığı yapıyor. Gazetelerde küreselleşme şampiyonları baş tacı. İnandırıcılıkla zerre kadar ilgisi olmayan sahte bir demokrasi söylemi dillerde sakız.

O günkü naif edebiyatçı duyarlılığımızla toplumda pompalanan şaşaa ve parıltıya rağmen herkesin mutsuz olduğunu, herkesin günden güne kaybettiğini, herkesin durumunu her an geriye gittiğini görüyoruz. Ama yazılarımız gazetelerde itilip kakılıyor, sözlerimiz gür seslerle boğuluyor, iş bilir liberaller küçümseyici dudak büküşlerle bir anda bizi itibarsızlaştırıyor. Ne yazılarımıza mecra, ne sözümüze dinleyici bulabiliyoruz. Derken eve çekilip olanca yadsıyıcı duygularımla 98 Güney Asya ve Rusya krizi bile gelmeden, o büyük kriz öncesi dönem dekadansını anlatan pesimist ve nihilist romanlarımı yazıyorum. İSTANBUL DÖRTLÜSÜ başlığı altında dört roman KAYYBEDENLERİN ÖYKÜSÜ, İNGİLİZ, KÜÇÜK ŞEYTAN ve MEDİA…

İlk başta bu romanlar yakıcı, etkileyici ve sarsıcı bulunuyor ve toplumda büyük yankı yaratıyor. Fakat kısa süre içinde bu romanların dönemin ruhuna tamamen aksi yönde küreselleşme karşıtı ve anti-kapitalist romanlar olduğu anlaşılıyor ve derin bir sessizliğe gömülüyor ortalık. Bir daha ne romanlarıma doğru dürüst yayınevi bulabiliyorum ne fikirlerimi duyurabiliyorum. Eşzamanlı olarak endüstriyel edebiyat coşuyor ve büyük bankalar edebiyat yayıncılığını ele geçiriyor. Tabii ki ilk işleri tekelleşme yaratarak küçük yayınevlerini boğmak. Böylece nitelikli edebiyata gönül vermiş marjinal yayınevleri de yapıtlarımızı yayınlayamaz hale geliyor.

Aynı esnada şarkıcılar, mankenler, gazeteciler, siyasiler, kurnaz akademisyenler, reklamcılar ve benzeri bilumum “hatırlı kişiler” edebiyatçı olarak topluma lanse ediliyor.  Gerçek edebiyat sindiriliyor, hasıraltı ediliyor. “Pr” kampanyaları ile star yazarlar yaratılıyor, yazar ajanları güdümlü yazılarla “büyük yazar” imal ediyor. Küresel sistemin büyük edebiyat ödülleri  bu yazar ajanları vasıtasıyla imal edilmiş “büyük yazar”lara ve dahi Türkiye’ye de akıyor.  Gerçeklerden kopuk, ana akım yanlısı, sahte, hormonlu, sürreal, fantastik bir edebiyat en alelade örnekleri ile piyasayı dolduruyor. Sonra halk bu saçma sapan kitapları toptan yadsıyor ve hiç kimse hiçbir şey okumamaya başlıyor. Sadece kendi kitaplarını parayla bastırıp yazarlığın saygınlığını ele geçirmeye çalışan bazı ecinniler kalıyor ortalıkta.

Şimdi, bu yazının yazıldığı 2020 Covit-19 krizi sırasında tüm dünya olarak hep birlikte gümbür gümbür çöküyoruz…

Gerçek edebiyat ve edebiyatçı olmayınca toplumların içine düştüğü inkıraz ortada varit!

Önceki İçerikBir Silahın Yankısı Hiç Dinmez
Sonraki İçerikCengiz Bektaş Hayatını Kaybetti

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz