Yüzümdeki Yaşam

141
Yüzümdeki Yaşam

YÜZÜMDEKİ YAŞAM
-ey ruh, sen, bende güzelsin!

Çocukluğumdan beri hep olduğu gibi bu sabah da içim içime sığmayarak erkenden uyandım. Pencereyi açtım, dışarıda yazdan kalma bir gün vardı sanki. Hem sıcak hem serin, insanı dirilten temiz havayı derin derin içime çektim. Bir canlılık geldi; birden büyük sesimle günaydın diye bağırdım; ağaçları, kuşları, kedileri, köpekleri ayrı ayrı günaydınımla selamladım. Neşelendim, coştum. Coşkumu, aynada kendimi selamlayarak tamamladım…

Bir an göz göze geldik, bakışlarımdan “bu heyecan, bu sevinç ne” sorusu geldi. Ben de anlayamadım bu telaşımı… “Hayırdır, hayır olsun” diye cevapladım.

“Sabahların hayrolsun / kısmetlerin bol olsun / şansın bahtın açık olsun / elden ayaktan düşmeyesin / kimselere muhtaç olmayasın” dedim aynadaki kendime, gülüştük… Sonra bol suyla yüzümü yıkadım. Suyun tazeliği tüm bedenime yayıldı.

Bu sesler de ne! Bir sesler geliyor… bu sesleri anlamak için dikkatimi topladım, sağa sola bakındım. Şaşırdım, çünkü yüzümdeki yaşanmışlık çizgilerinin her biri, “önce benim yaşamımın hikayesini anlat” diye didişiyorlar. Sonra hepsi birden bağrışmaya başladılar: “hadi anlat!” Susturamıyorum bir türlü… Kızım, torunlarım, komşularım, hatta bütün mahalle uyanacak diye de korktum. Ne yapacağımı bilemeden, şaşkınlığımı gidermek adına ellerimi çok kısa kesilmiş saçlarımın arasında gezdirirken… Heyhat!… Dokunduğumda, başımı saran derinin kırışıklı olduğunu gördüm ellerimle. Meğerse saçlar örtmüş yüzümdeki gibi başımdaki bu kırışıklıkları, çizgileri. Kuaförün makinesinden, makasından başka gören yok bu engebeleri, inişli çıkışlı yolları…

Zaten boyum da kısalmış gençlik yıllarıma bakarsak… Bu yerçekiminin yaptıklarına bakar mısınız? Ne kadar zalim… Ne kadar da acımasız… Kemiklerim olmasa ya da direnmese yıkılmaya, bir yığın et parçası gibi serilivereceğim yerlere.

İç organlarımı GÖ-RE-Mİ-YO-RUUUM… Ah bi görsem de, beni üzmeden sağlıklı bir şekilde bugüne getirdikleri için, hepsine ayrı ayrı teşekkür etsem. Onları kucaklasam… hallerini, hatırlarını sorsam, benden isteklerini öğrensem… yanlışlarımı söyleyerek beni eleştirseler… kireçlendiler mi acaba, yoruldular mı, anlatsalar bana…

Görünen kendime dönersem… Yüzümdeki bu çizgiler hep acı yaşanmışlık çizgileri değil… Aralarında sevda çizgileri, aşk çizgileri de var ki daha çok yakışmıştır yüzüme muhakkak. Daha sevecen çizgilerdir, baktığınızda siz de anlarsınız ne denli güzel ve daha mutlu derinlikler oluşturduklarını.

…bakalım nerelerden gelip nerelere gidiyor bu yaşam

Bu arada… Çok uzun ve çok güzel bir çocukluk yaşadım. Çünkü evin en küçük çocuğuydum. Ablalarımın abilerimin koruması altında, anamın sevgisi dahil çok keyifli büyüdüm. Küçük yaşta babasız kalmanın dışında yokluk, yoksulluk nedir bilmedim. Hatta annemin, babamın ölümünde, ben üzülmeyeyim diye gözyaşlarını hep içine akıttığını, anlam veremesem de fark ediyordum.

Annem, “el ne der” diye kaygı duyuyor olsa bile, okumanın, öğrenmenin yarınımız için faydalı olacağı bilinciyle çocuklarına yön verme çabasında.

Ben de ailemden aldığım bu güçle ilimizdeki bütün okulları bitirdim. En sonunda dışarıdan öğretmen okulu sınavlarına girerek öğretmen oldum. Gene de annemin çabası eşliğinde, özgüvenimle, canla başla çalışarak öğretmen oldum, ama ailede en küçük olduğum için hep çocuk kaldım hiç büyüyemedim. Yüzümdeki izlerin çoğu çocuk kalmamdan doğan çizgilerdir. İçimde baskıladığım yazı, resim, güzel sanatlar duyguları yüzümde iz bırakacak yer kalmadığından olsa gerek açığa çıktı. Şimdi daha güzellikler yaratmaya, gelişmeğe çabalıyorum. Tabii ki, gece gündüz durmaksızın okuma yazma, öğrenme çabam beni zinde tutuyor. Yaşam hiç bitmeyecekmiş gibi koşuyorum. İşim çok. Zaten işi olanın yaşamı da uzun olur, bitmezmiş.

Mutlu bir evlilik yaptım. Çocuklarımız oldu. Severek büyüttüğümüz torunlarımızla dolu dolu yaşadık.

Biz mutluyduk, ama mutlu olmayanlar, çalışıp da emeklerinin karşılığını alamayanlar eşim Abdullah Akın ile beni çok üzüyor, bu uğurda çabalıyor dernek çalışmalarına katılıyorduk. Hele ben okuduğum kitaplarla bilinçleniyordum. “Felsefenin Temel İlkeleri”ni okuyunca, TÖBDER Başkanı (12 Eylül işkencehanelerinde kaybettiğimiz Abdürrahim Aksoy) bana “Nebahat Abla, bir üniversite bitirdin” demişti de şaşırmıştım. Ben öğretmen olmuştum ama üretim araçları nedir, işçi kimdir, artı değer nedir o kitaptan öğrenmiştim… temel bilgilerdi bunlar, doğru bir tespitti Başkan’ınki.

Tepeden inme verilen sendika hakkıyla, öğretmenler TÖS’ü (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kurmuş, ülkenin en ücra köşelerinde bile örgütlenmişti. Bu, siyasal iktidarı oluşturan partileri korkuttu ki, sendika hakkımız geri alındı. Ama biz işi öğrenmiştik, TÖBDER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) dernek olsa da, bir sendika gibi çalışıyordu. Mitingler, yürüyüşler korsan eylemlerde boy gösteriyorduk. Sadece eşim Abdullah Akın’ın değil bütün bilinçli insanların ikinci adresi emniyet ve karakoldu. Hak verilmez, alınırdı ve biz hakkımız için ayaktaydık.

Kenan Evren’in başında olduğu 12 Eylül darbesi hayatın akışını değiştirdi desem yeridir. Yerleşik olduğumuz Samsun’u, evimizi barkımızı bırakarak deyim yerindeyse ucuz pahalı demeden satıp savıp İstanbul’a yerleşmemiz uzun hikâye… yüzümdeki çizgilerin en derinlerinden… (Beterin beteri varmış, korona ve ille de tek adam rejimiyle o günleri tüylerim diken diken anımsıyorum. Gene de umudu üzmüyorum. Bir de bakarsınız bir tepenin ardından bir güvercin çıkıp geliverir. Gelir mi… Kim bilir…)

Görünmeyen organlar…

Gelelim, göremediğimiz kapalı ortamdaki iç organlarımıza… Bu organların adlarını, yerlerini okulda öğrendiğimiz kadarıyla tanıyoruz. İç organlarımız da bizim gibi birbirlerini göremiyor, yalnızca damarlar ve sinirler vasıtasıyla bağlantıları var. Beyin, kalp, ciğerler, bağırsaklar, böbrekler, önemli organlarımız. Bulundukları yerlerden sessizce kendi işlerini yaparak yaşam makinesini çalıştırıyor, bize sağlıklı bir yaşam aşılıyorlar.

Her şey benimle başlar

Ben varsam yaşam var… Hayat benimle başlar, hayatımı ben kurgularım, kaderimi ben yazarım. Söylediklerim, yaptıklarım ve geride bıraktıklarımla uzun yaşarım. O zaman, yani sağlıklı olarak yaşamak da benim elimde.

Yüzündeki çizgileri, “yok, ben çok gülüyordum, bana bayan kahkaha diyorlardı, yok, cildim kuruydu” bahaneleriyle suçlama, düpedüz kabahat senin… Bilmelisin ki bol bol su içersen, yüzünü ovalayarak hareketlendirirsen, stressiz yaşarsan yüzün buruşmaz, tamam mı?

İÇ ORGANLARIM KONUŞUYOR:

İç organlarımız, “bana güzel bak ki, sana güzel bakayım” der mi? Erken yatıp erken kalkarsan, düzenli spor yaparsan, sebze ağırlıklı beslenir, temiz hava da dolaşır, bol su içersen vücut direncini korursan biz de sağlıklı çalışır seni uzun yaşatırız derler mi, acaba?

“Ah Neboş ah!… Bizi unuttun sanmıştık… Unutmadığını, hatırladığını fark edince mutlu olduk. İç organların olarak birbirimizle iletişim kurup hemen toplandık demokratik bir seçimle seninle ilişki kurma, olup biteni rapor etme adına aramızdan biri olan iletişim sinirlerini sözcü seçtik.

Aldı sinirler, bakalım ne dedi!

“Neboş’un iç organlarının sözcüsüyüm bugüne bugün var mı bana yan bakan!”

Kulağımız tetikteydi zaten, Neboş. İç organlarımı göremiyorum, acaba ne alemdeler, ne yapıp ne ederler diye düşündüğünü duyduk. Senin şu geçen onca yıla rağmen genç kalan ruhunun ve böyle coşkulu oluşunun hepimiz farkındayız. Sen öyle yaşadıkça biz hepimiz sana ayak uydurmaya çalışıyoruz, hem de ne gayretle! Sakın kayyım atamaya kalkmasın kimse. Biz senin özgür barışçıl düşüncelerini bildiğimiz için çalışmalarımızı ortak akılla bilimin çerçevesinde yürütüyoruz.

Önce şunu söyleyelim ki sen sağlam topraksın. Ataların gibi seni de bu tılsımlı topraklar doyurdu büyüttü. Havası, suyu temiz, güneşi bol meralarda yayılarak beslenen ineklerden sağılan sütler, yapılan yoğurtlar ve de o canım otlu peynirlerden yedin; bunlar sana güç kuvvet verdi. Anacığın, ‘memelerim sarkar’ endişesi duymadan uzun uzun emzirdi seni… Taze sebze ve meyveleri yemen de sağlıklı yaşamının yapı taşları oldu.

Bizi merak ettiğini beynin söyledi. Düşünceni okumuş. Bizimle sıkıntın var mı?

Yok.

Biz makine olarak biraz eskimiş olabiliriz. Ama geçenlerdeki toplantı sonrasında çıkan rapora baktım da gayet iyisin. İçin de dışın gibi sapasağlam. Ama…

Sana bir uyarı yapmaya karar verdik. Sürekli bilgisayar ekranının başında çakılma, bak kamburun çıktı. Dik yürüyemiyorsun. Haklısın, bir şeyler üretmek istiyorsun sürekli. Bilmelisin ki, düşünceler de stres yapar, tansiyonun çıkar, ilaca bağımlı olursun. Rica ediyoruz, bu kadar kaptırma kendini. Hep aynı şeyleri yapma. Uzun süre hareketsiz kalma…

El alem ne derse desin… Kendinin dışına çık, şarkılar söyle. Ezberlediğin şiirlere yenilerini ekle. Bas kahkahayı, gözlerinin içi gülsün, yüreğin gülsün. Bunların hepsi bize de iyi gelir. Bahçeye salıncak kur, sallan. Uçurtma yap, sal gökyüzüne… İster ata, bulursan eşeğe bin. Elle tutulmuyor ki, ömür dediğin.

Sevincin bol, gülüşün kahkaha olsun sevgili Neboşumuz. Sana sevgi bizden, saygı bizden… Hep böyle sağlıklı kal…

~Neboş, 11 Ocak 2021~

Önceki İçerikŞair, yazar, editör Murat Batmankaya seçti: Günün kitabı
Sonraki İçerik3. Uluslararası 23 Nisan Bilimsel Çalışmalar Kongresi

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz