Varlık Dergisi Ekim 2020
Editörden (Mehmet Erte): “Zaman en büyük yargıçtır” diyoruz, ama zamanın bir hüküm vermesini sağlayacak sahneye herkes çıkamıyor.
Varlık’ın Ekim dosyası, “Yitik Masumiyet: Varoluşsal Suçluluk”. Yazarlarımız Canan Olpak Koç, Tuğba Çelik, Şeyma Karaca Küçük, Yavuz Ahmet, Eda Gül Roidi ve Gürsel Korat felsefe ve edebiyatın buluştuğu kavşakta kurmacanın nasıl bir deneyim alanı olduğunu göstererek önemli yapıtları çözümlüyorlar. İnsanın kendini gerçekleştirmesinin yegâne yolu edebiyat, sanat diyoruz.
İrem Kargıoğlu’nun kısa film yönetmenleriyle
Varlık’ta bu aydan itibaren İrem Kargıoğlu’nun kısa film yönetmenleriyle yaptığı söyleşilere yer vereceğiz, Ekim sayımızın konuğu Özgürcan Uzunyaşa. Kasım sayımızda ise deneysel elektronik müzik alanında çalışan besteci Başar Ünder’le Müge Turan söyleşecek, bu alanda başka isimleri de dergimizde ağırlayacağız. Ana akım yayınlarda yer bulamayan türlere / isimlere söz hakkı vermek bizim için önemli. Sosyal medya çağında bir tıkla dünyanın öteki ucundaki sanatçıların çalışmalarıyla buluşabiliyoruz, evet, ama ilgilisinin dışında kim merak edip “nerede ne var” diye araştırıyor. Medya allayıp pullamadıkça, popüler kültür yayınları alkış tutmadıkça burnumuzun dibinde olan biteni bile göremez hale geldik, çünkü sosyal ağların –olumlu pek çok getirisinin yanında– bir de gürültüsü / sisi var. (Aralık 2018 sayımızda Nilgün Tutal’ın hazırladığı “Toplumsal Yaşamda ve Sosyal Ağlarda Gürültü” dosyasında Sarphan Uzunoğlu bu konuyu çok güzel incelemişti.) Böyle “karışık” bir ortamda bir süzgeç olmaya çalışıyoruz.
Şüphesiz hepimiz sanatçıları, yazarları, şairleri piyasanın eleştirmeni olarak görmek istiyoruz, gidişattan memnun değiliz, ne var ki kötülediğimiz piyasa koşullarında başarılı olamayan, dolayısıyla ünsüz ama nitelikli isimlerden çok azımız haberdar. “Zaman en büyük yargıçtır” diyoruz, ama zamanın bir hüküm vermesini sağlayacak sahneye herkes çıkamıyor. Aslında gelişen dijital kayıt ve yedekleme sistemlerine rağmen zamana en az güvendiğimiz çağdayız. Bir yorum, tanıtım ve ödül endüstrisi kuruldu ama sanat eserinin değerini belirleyen sözün (hakiki eleştirinin) alanı daraldı. Elbette arz ve talebin buluştuğu bir ortamın (piyasanın) ve bu ortamda ürünün değerini belirleyen mekanizmaların bulunması gerekir. Sorun piyasanın bütün işleyişini ve insanların algılarını kapitalist sistemin, popüler kültürün belirlemesinde. Kitleyi bir kenara bırakalım edebiyat / sanat kamusunda da bu böyle. Adını duymadığı yazarların, sanatçıların nitelikli olabileceğine inanmayanların sayısı hiç de az değil. Diğer yandan büyük yayınevleri tanıtım / reklam bütçelerinin önemli bir bölümünü yine “büyük”, popüler isimlere ayırıyorlar, yazarların çoğu yapıtlarını kendisi duyurmak zorunda kalıyor (bundan ötürü de kendi reklamlarını yapmakla suçlanıyor). Sanatın diğer alanlarında durum daha da vahim.
İşte tam bu noktada bizim gibi dergilere görev düşüyor.
Kasım sayımızda buluşmak üzere.