Gittin ki Tez Gelesin

196
Gittin ki Tez Gelesin

Gittin ki Tez Gelesin

Ya sen İslam ol ağçik
Ya ben olam Ermeni

Kitaba, değerini anlayıp da âşık olunca; çok geç kaldığımı, kendimi yetiştirmek için gece gündüz okuyarak güncel konuları takip etmem gerektiğini anladım. Bu durumun siyasetle bağdaşacağını seziyor, siyasi yorumları da kaçırmıyordum. Okuduğum kitapların ayırdına varınca, verdiği mesajları kavrayınca, mutluluğum sevincim artıyor.

TÜYAP tarafından düzenlenen Diyarbakır 6. Kitap Fuarı’nda “şükran armağanı” olarak Şeyhmus Diken’in hazırladığı “Mıgırdiç Margosyan, Gittin ki Tez Gelesin” isimli kitapta; Margosyan, yaşantısını o kadar doğal, okuyanlarla karşılıklı konuşur gibi anlatmış ki, bazen de arasına kendi şivesini de katması ile birlikte kitap, bitmesin devam etsin istiyorsunuz.

Dikkatimi çeken taraf

Kürtler, Türkler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler hep bir arada yaşıyorlar, birbirlerini tanıyorlar, görüşüyorlar, konuşuyor, komşuluk yapıyor, birbirlerini sevip saygı duyuyorlar. Komşuluk ilişkileri öyle ki, ikram edilen bir fincan kahveyi içtikten sonra Kürtçe, Türkçe, Ermenice teşekkür etmeleri beni çok etkiledi, mutluluk duydum. Birbirlerini ayrıştırmadan herkesin inancı, dili ne olursa olsun yardımlaşmalarından çok çok etkilendim.

Kışa hazırlık

Yazdan itibaren kış hazırlıkları başlar patlıcan, biberler oyularak iplere dizilir kurutulur. Domatesler salça yapmak için ezilerek kurutulmak üzere sinilere dökülüp güneşin kavurucu sıcağına terkedilince arıların bayramı başlar. Arılardan korkan karasinekler, sivrisinekler kaçamak pikelerle dalıp çıkarlar pelteleşmiş domates salçalarına. Uğur böcekleri, kanatlı kanatsız karıncalar bu Halil İbrahim sofrasından nasiplerini alırken asılmış, kurumaya yüz tutmuş biberleri delik deşik ederek bamya, kabak kurularını gagalayan serçelerin cıvıltısı etrafı sarar. Bu yaşam kavgasıyla uğraşanlara cır cır öten ağustos böceklerinin sazlı sözlü cümbüşleri eşlik eder. Damda bunlar bayram ederken aşağıda buğdaylar haşlanarak bulgur ve dövme yapılmak üzere dövülür, kurutulur. Kadınlar, genç ihtiyar ayrılmaksızın Karacadağ tereyağıyla yoğrulmuş hamuru baş ve işaret parmaklarının ustaca hareketiyle kesip şehriye yaparlar. Şehriyeler imece usulü yardımlaşılarak kesilirken kış için hazırlık devam ediyordur; mahallede evlenecekler, nişanlanacaklar konuşulur, dedikoduları yapılır, beşik kertmesi olanların ne kadar isabetli olduğu, birbirlerine yakıştıkları anlatılır, güle eğlene.

Kafile zamanı

1915 yılında Ermeniler kafileler halinde sürgüne giderlerken Sarkis Margosyan, 4 yaşındadır… Yorulmuş, bir köşede kıvrılıp yatmış, kafile yola çıktığında annesi dönüp almak istese de müsaade edilmemiş. Tek başına kalınca ağlayan çocuğu Siverek ağalarının çobanları bulup evlerine götürmüşler. Sünnet ettirilmiş, adı Ali olarak değiştirilmiş. 15 yıl çobanlık yaptıktan sonra evlenmiş ve bir oğlu olmuş. Oğluna, hayalen bile tanımadığı babasının adını koymuş: MIGIRDİÇ MARGOSYAN.

Çocuk diliyle gafle (kafile)

“Diran anamın gucağında meme emidi, obır gardaşım Bederus anamın etegini tutidi, ben onlardan boyükdum anamdan su istidim anam da bahan tükurugun yut diyidi bende anamın sözünü tutidim tükurugumu yutudim ki susuzlugum geçsin.”

Yetim olmadığı halde İstanbul’da Şişli’deki yetimhaneye yatırılmış Mıgırdiç, kulağında babasının sözleri: “İstanbul’a gidin, ana lisanınızı ögrenin, adam olin.”

Bu söz, anadili öğrenmenin ancak yaban ellerde mümkün olacağı gerçeğini, bir başka açıdan da adam olmanın ancak anadili öğrenmekle mümkün olacağını vurguluyordu.

Kış geceleri, közlenmiş mangal ataşinin başında hadi gel sayağ, kaç kişi kaldık Diyarbekirde. Tesbihde sayılacak kadar az kaldığ… Ah! O Diyarbekir, Diyarbakır, Amida, Amed, dikranagerd, adlarıyla kimliğini kaybetmeyen kadim şehir. Bizim şehrimiz, arkadaşımda oralıydı ve aşıktı Diyarbakır’a çocuklarına Diyar – Bakır adlarını vermişti. Üçüncü çocuğu olsa Amed adını koyar mıydı diye düşünüyorum.

Yaz geceleri sıcakta damların üzerine serilen tağtlarda yatar yıldızlara bağardık. Babamız bize leyleğin hikayesini anlatmadan yatmazdık. Her gece aynı masalı tekrar tekrar aynı zevkle dinlerdiğ…

– Leylegi çok sevidim. Ağaçtaki yuvasından yavrusunu elime alıp sevecektim. Anası geldi, başıma bir dimdik vurdi, başımdan ganlar ağa ağa ağaçtan inip eve kaçtığımı unutamam. Halen daha alnında dimdik yara izi vardı. Allah hiç kimsenin yuvasını yığmasın. 2015 sonbaharından bu yana. Gavur mahallesi dediğımız mahlemiz yoğ, sokağımız yoğ…

Ayrısı gayrısı olmayanlar…

Demircilikte rakip tanımayan Ermeniler, kuyumculuk, ipekböcekçiliği, puşicilikle; Süryaniler buğday pazarında Kürtlere diktikleri şalvarlarla ünlüydüler. Türklerin çoğunluğu devlet memuruydu. Eczacı, doktor, hâkim-savcı, kaymakam, polis ve asker. Şehrin ana caddelerinde işyerleri vardı. Keldaniler kunduracı, büyük aktardılar. Kürtler toprakla, hayvancılıkla uğraşır, amelelik yapar, su satarak geçimlerini sağlarlardı.

Ava buze / Kangle guze / Memika giyze / Haverin ava büze
Buzlu su / Ceviz içi / kızmemesi gibi / buzlu suya gel.

Olmazı oldurdular

Ermeni, Keldani ve Süryaniler Hristiyan olduklarından birbirleriyle kız alıp verirlerdi. Kürtlerle, Türklerle daha doğrusu, Müslümanlarla kız alıp vermek Tanrıya, peygamberlere, insanlığa karşı bir suç, hatta günahtır.

Ve günlerden bir gün dünya tersine dönmeye başladı. Gâvur mahallesinde dünya altüst oldu. Yer yıkıldı. Topraklar insanların ayakları altından kaydı. Gökyüzü yarıldı. Bulutlar utançlarından kaçacak delik aradılar. Yıldızlar ışıklarını gizlediler. Güneş ve ay karşılıklı ağlaştılar. Konuşamadılar. Kekeme kesildiler. Dilleri tutuldu. Lal olup karardılar. Rüzgâr ortalığı silip süpürdü, yağmur sel kesildi. Kıyamet günü gelip çatmıştı. Olmayan olmuş dünya tersine dönmüştü. Çünkü Süryani Yakup’un kızı Nemo, gece yarısı fırıncı Kürt Haso’nun oğluna kaçmıştı. Süryani bir gâvur kızı Müslüman bir Kürde, Dacige kaçmıştı. Sizin din imandan haberiniz var mı? Elma ile armut, kavun ile karpuz ne zamandan beri toplanıyordu? İnsanların dış görünüşleri aynıdır diye aynı kefede, aynı terazide ne zamandan beri tartılıyordu? Şalgam ile turp da birbirine benzerdi. Ama biri şalgam, biri turptu. O zaman, Tanrı niye ayrı ayrı yaratmıştı? Tanrının kurduğu kuralları -tövbe tövbe- insan denen şu zavallı yaratıklar mı değiştirecekti? Olur mu böyle şey?

Olmazdı, olamazdı.
Ama oldu, olabildi.

Sevenler sevdiğinden ayrı kalmasın

Kötü haber sabahın erken öten horozlarıyla aynı anda, dalga dalga tüm Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin, Türklerin, Kürtlerin, Kızılbaşların, Yahudilerin, uyuz eşeklerin, bitli tavukların, dokuz canlı kedilerin, sağır farelerin, dilsiz sıçanların, toprak altında inim inim inleyen solucanların, inek, öküz, hamam böceklerinin, atların, katırların, suda balıkların, mezarlıkta ölülerin kulaklarına gelip çınladığında gün öğlen oldu.

Kocaları çoktan ölmüş dul kadınlara ne olmuş, hep bir ağızdan…

“Ölsün, gebersin o Namo!”
“Gözleri kör, dili lal, kulakları sağır olsin işşallah!”

Bıçakları bilerken kız babaları, kızlarına gözdağı vererek “Meğezallah eger ki o Namo benim kızım olaydi… Allah vekil bu pıçağnan keserdim… Bu satorla oni parça parça ederdim… Bu hançerle delik deşik ederdim… Boynuni kökünden koparırdım… Gözlerini oyardım valla!”

Bu valla billahlardan sonra öğle ikindi, akşam oldu. Günler günleri, haftalar aylar birbirini kovaladı. Bu beklenmedik kıyamet haberi kadın erkek, çoluk çocuk herkesin ağzında çermik sakızına dönüştü. “O orospi! O, kaltağ!” Namo, evinden kaçıp gönlünü kaptırdığı fırıncı Huso’nun oğlu Mısto’nun koynuna girdiğinde henüz 16 yaşındaydı. İsminin dillerden düşmeyeceğini, adının bir efsaneye dönüşeceğini bilmiyordu. Herkes hep birlikte bir türkü yaktı.

“Hançepeki su basti / Şeftali çiçek açti
Kıbrağ yakubun kızı / gece yarısı kaçti.”

Namonun babası kuyumcu Yakup adı “kıbrağ’a” çıkmış utancından dizanteri oldu ve öldü. Anası ve kardeşleri Nemo’yu defterlerinden sildirtip, diri diri Süryani mezarlığına gömdüler.

Nemo bir taraftan diri diri gömülürken, diğer tarafta Fırıncı Huso, gelinini çarşafa bürüdü, adını Nayma koydu, imam nikahı kıyarak oğlu Musto’yla evlendirdi. Nayma, siyah çarşafın altındaki kara lekeyi, yüzüne örttüğü siyah peçeyle gizledi.

Bu anılar arasına serpiştirilmiş maniler, türküler, şiirler kitaba tat, lezzet katarken… keyif verdi bana, çocukluğumun sokaklarından sesler çalındı sanki kulağıma. Hakikaten okumaya değer bir kitap tavsiye ederim.

~Neboş 5 Aralık 2020~

21 plakası ile yansıyan yüz Diyarbekir- Diyarbakır- Dikranagerd- Amid- Amida- Amed…Kimliğini kaybetmemiş kadim şehir.

Başındaki puşi mi dir loy loy
Diyarbekir işi mi dir loy loy

Bir öğretmen arkadaşım doğduğu ili çok sevdiği için kızının adını Diyar, oğlunun adını Bakır koymuştu, hiç unutmuyorum.

Önceki İçerikProf. Dr. Nevnihal Erdoğan seçti: Haftanın Filmi
Sonraki İçerikŞair Turgay Kantürk seçti: Günün kitabı

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz