80 Yıl Sonra Köy Enstitüleri Üstüne

234
80 Yıl Sonra Köy Enstitüleri Üstüne

Konuk Yazar: Refet Özkan[*]

80 Yıl Sonra Köy Enstitüleri Üstüne

Refet Özkan
Refet Özkan

Eğitmen kursları ve Köy Öğretmen Okulları denemelerinden alınan olumlu sonuçlardan sonra köye yarayışlı eleman yetiştirme projesinin yaygınlaştırılması gündeme gelince, planlanan eğitim kurumlarının adı düşünüldü.

“Öğretmen Okulları” adı bu kurumları tanımlamaya yeterli bulunmuyordu. Tonguç “Eğitim Yurtları” deyimini daha kapsamlı buluyordu. Enstitü sözcüğü yabancı olduğu için sıcak bakmıyordu. Ne var ki Ferit Oğuz Bayır’a 12/8/1937 günü yazdığı bir mektupta Tonguç:

“Bir hafta önce güç halle İzmir’e gittim geldim. Orda, Amerikalılardan alınan kolej binalarında ve Eskişehir’de Mahmudiye’de senin pek hoşuna gidecek birer KÖY ENSTİTÜSÜ açıyoruz.” diyordu. Bayır’ın savı:

“Tonguç, Rahmi Balaban’ın[**] bir yazısında Köy Enstitüleri adını kullandığını biliyordu. Bu yazıdan esinlenerek KÖY ENSTİTÜSÜ adını kullanmıştır.” şeklindedir.

Emin Soysal:

“İzmir Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu’nun açılışını bakana bildirmek için çektiğim telgrafta KÖY ENSTİTÜSÜ adını ilk ben kullandım.” savındadır.

Neden okul değil de ENSTİTÜ? Sorusunun yanıtı:

Çok amaçlı olması, salt öğretmen değil, tarımcı, sağlıkçı, zanaatkâr da yetiştireceği için; eğitim, tarım, sağlık, el sanatları alanlarında araştırma yapacağı için ENSTİTÜ.

3803 Sayılı yasayla açılması düşünülen enstitülerin amaçları konusunda da bir ikilem vardır.

CHP’nin 1935’te toplanan 4. Büyük kurultayında saptanan eğitim görüşü özetle:

“Köy çocuklarına kısa zamanda pratik hayat için lüzumlu bilgiler verilecek köy okulları açılacaktır.

Bilgisizliği gidereceğiz.

Kuvvetli cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı, devletçi, laik, inkılapçı yurttaşlar yetiştirmek eğitimin amacı olacaktır.”

Fikir babası ve uygulayıcı Tonguç, olaya daha kapsamlı yaklaşmaktadır:

“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir.

Köylüye bir şey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmek gerekir.

Kanımızı, iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe bu köyün sırlarını anlayamayız. Onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir.

Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilaç damlatmak, okul binaları yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ dal diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç haline getirmek…”

Bu ikilem enstitülerin ömrünün kısa olması gibi bir sonuç doğurmuştur.

Beş sınıflı köy ilkokullarını bitiren çocuklar, ilkel koşullardan alınıp uygar bir ortamda yetiştirilerek köye yollandı. Çocuklar, dersliklerini, işliklerini, yatakhanelerini, yemekhanelerini, bahçelerini, tarlalarını, fırınlarını, hamamlarını, arılıklarını, kümeslerini kendi elleriyle yaptılar; yönettiler, kullandılar, yararlandılar. %50’si kültür, %25’i tarım, %25’i teknik derslerden oluşan eğitim dizgelerini 5 yılda tamamlayıp köye döndüler. Özgür, laik, demokratik, katılımcı ve özellikle üretici bir ortamda yetişmenin coşkusuyla göreve başladılar.

Mezunlar köylere yalnız diplomayla gönderilmediler, donatıldılar. Başta kitap olmak üzere işlik için aletler; körük, mala, testere, rende, dokuma tezgâhı, dikiş makinası, ilkyardım dolabı, saban, orak, bir çift öküz veya at, at arabası, tarla, koyun, keçi, kümes hayvanları, kayık, ağ… Her yörenin üretim etkinliklerine uygun olmasına özen gösterildi.

Okul kurağı, klasik okullardaki gibi bir derslik, karatahta, tebeşir ve silgiden ibaret değil. Köy enstitüsünü bitirmiş olan öğretmenin etkinlik göstereceği alan: Öğretmen tarlası (5-10 dönüm), uygulama bahçesi; işlik, derslik, öğretmen evinden oluşan bir yerleşke. Okul ve öğretmen, köylünün her derdine deva olabilecek durumda. Köylü her sıkıldığında okula; öğretmene koştu. Elbirliğiyle sorunlar çözüldü. Köylü tarlasını sürerken saban demiri mi kırıldı? Okulun işliğine koştu. O körük çekti öğretmen örs üstünde çekiç salladı; saban demiri yivlendi. Köylü tarlasına, işinin başına döndü. Çalışırken yaralandığında ilkyardım dolabındaki gereçlerle yarası sarıldı. Başı ağrıdığında ağrı kesici, sıtmaya yakalandığında kinin aldı dolaptan. Tarlasına ıslah edilmiş tohum ekmeği, bahçesine aşılı fidan dikmeği öğretmenin yol göstericiliğinde öğrendi köylü.

Köy enstitülü öğretmenin görev yaptığı köylerin çehresi değişti. Çalışan, üreten, geçim durumunu düzelten köylüleri gören toprak ağaları, din sömürgeni gericiler, tefeciler, üfürükçüler tedirgin oldu; rahatları kaçtı, itibarları sıfırlandı, sonlarının yaklaştığını fark ettiler, ayakları suya erdi.

Egemenler, Ankara’dakilere ulaştırdılar kara (!) haberi. 2. Paylaşım Savaşı’nın sonlanmasıyla oluşan yeni dünya dengelerine uymaya yönelen Türkiye, çok partili döneme geçme kararı aldı; 1946 yılında birçok partinin katıldığı bir seçim yapıldı. CHP tek başına iktidar oldu ama yara aldı; kendine çeki-düzen vermek zorunda kaldı. Yaklaşmakta olan karşıdevrim dalgasının önünü kesmek adına Cumhuriyet kazanımlarından ödünler vermeğe başladı.

Cumhurbaşkanı İnönü, Saracoğlu yerine hükümet kurma görevini Recep Peker’e verdi. Mussolini hayranı Peker, Yücel yerine Milli Eğitim Bakanlığı’nı Hitler hayranı, badem bıyıklı Reşat Şemsettin Sirer’e verdi.

Sirer, Milli Eğitimi kendi kafasına göre yeniden dizayna; köy enstitülerinden başladı. Başta Tonguç olmak üzere enstitülerin kurucu kadrolarını dağıttı. Üretime dayalı programı değiştirdi, öğrencinin katılımcı olduğu yönetim düzenini kaldırdı, işleri işgörenlere yaptırdı.

Hitler bozuntusu bakan, Tonguç’a karşı olan öç duygusunu “Senin belini kıracağım.” cümlesiyle açığa vurdu.

Ne garip tecellidir ki kendisi, Sivas’tan Tokat’a giderken, Çamlıbel’de Jeep’i kaza yaptı ve beli kırılarak öldü.

Yerine bakan olan Tahsin Banguoğlu, görünüşü kurtarma adına, Van Ernis’te 21. köy enstitüsünü açtı. Ernis, göstermelik bir enstitü; enstitülerin kötü bir kopyasıydı.

“Köy Enstitüsü” adı 1954’e kadar korundu. DP iktidarı önce karma eğitime (kız-erkek birlikteliği) son verdi. Daha sonra da adını kaldırdı. Öğretmen okullarıyla birleştirerek İLKÖĞRETMEN OKULU adını verdi.

Aynı yerleşke üstünde eğitim etkinliklerini sürdüren İLKÖĞRETMEN OKULLARI 1974 yılında ÖĞRETMEN LİSELERİ, 1990’da da ANADOLU ÖĞRETMEN LİSELERİ’ne dönüştürüldü.

Böylece öğretmen yetiştirme geleneği son buldu. “Öğretmen” adını taşıyan bir kurum kalmadı. Öğretmen yetiştir(me)me işi iki yıllık eğitim enstitülerine sonra da eğitim fakültelerine bırakıldı.

Bir garip tecelli daha:

İlköğretmen Okulları’nın Öğretmen Liseleri’ne dönüştürüldüğü 1974’te Başbakan Bülent Ecevit, Milli Eğitim Bakanı, İvriz Köy Enstitüsü çıkışlı Mustafa Üstündağ; bakanlık üst kademelerinde, Üstündağ’ın atadığı köy enstitüsü çıkışlılar vardı!..

REFET ÖZKAN


[**] 1888’de Bergama Balaban köyünde doğdu, 1953’te İzmir’de öldü. Kızılçullu Amerikan Koleji’nde tarih ve felsefe öğretmenliği yaptı. Hakikat Yollarında, Çocuk ve Mektep, Deli Dumrul, Eskicilikten Tüccarlığa, Felsefe Tarihi, Avrupa Milletler Ruhiyatı eserlerinden birkaçı. Sözü edilen yazı, İzmir’de yayınlanan Sabah Postası gazetesinde 1934’te yayınlanmıştır.

[*] Refet Özkan

31 Ocak 1931 tarihinde Honaz’da (Denizli) doğdu. Lozan mübadili kır emekçisi bir ailenin oğludur. Honaz İlkokulu’nu, Isparta-Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdi (1948). Denizli ve İzmir köylerinde sekiz yıl kadar köy öğretmenliği yaptı. İzmir’deyken Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği örgütlenmesine katıldı. Genel Yönetim Kurulu’nda genel sekreterlik görevini üstlendi. Derneğin yayın organı Gayret dergisinin yazı kurulunda yer aldı. Her sayısına yazılar yazdı. 1955 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü sınavlarına girdi. Edebiyat Bölümünü bitirdi. Sivas-Suşehri Ortaokulu, Erzincan Askeri Lisesi (Yedek subay öğretmen olarak), Erzincan Lisesi, İzmir- Urla Ortaokulu’nda çalıştı. 1961 yılında Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği, Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği, Akdeniz Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği birleşerek Türkiye Köy Öğretmen Dernekleri Federasyonu’nu oluşturdular. Bir dönem Federasyon Genel Başkanlığı yaptı. 1962’de toplanan 7. Milli Eğitim Şûrası’nda bir ekiple Federasyonu temsil etti. Görüşlerini içeren bir bildiri sundu. Kırıkkale öğretmenleri yürüyüşünü yönetmesi, Şûra’yı eleştiren bildiri nedeniyle yargılandı, aklandı, sürgün yedi. Sakarya-Geyve Ortaokulu Müdürlüğü görevindeyken 1963 yılında yapılan Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Kongresi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 1965’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) 90 kurucusu arasında yer aldı. İlk Yönetim Kurulu’na seçildi. Sendika’nın 1968 yılında toplanan Devrimci Eğitim Şûrası’na Haydar Kazgan, Gülten Kazgan, Vedat Günyol, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu ile birlikte katıldı. “Eğitimin Ana İlkeleri, Amaçları, Yöntemi” bildirisini sundu. Sendika’nın Kartal Şubesi Başkanlığı’nı yürütürken 1969 Aralık ayında yapılan öğretmen boykotuna katıldı ve Kartal kesimini yönetti. Bu nedenle İstanbul Valiliği’nce işten el çektirildi. Dört ay açıkta kaldı. Danıştay kararı ile Kartal Lisesi’ndeki görevine döndü. Maltepe Lisesi’nde çalıştı. 1971-1972 yıllarında TÖS’ün Burgaz Adası Öğretmenler Kampı’nı yönetti. 1972 Temmuz ayında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca gözaltına alındı, tutuklandı. İki yılı aşkın bir süre Bayrampaşa ve Selimiye cezaevlerinde yattı. Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütü davasında ceza yasasının 141/1. maddesinden yargılandı. 8 yıl 6 ay hapis, 2 yıl 8 ay Zonguldak’a sürgün cezası aldı. 1974 Mayıs ayında ilan edilen Genel Af Yasası’nda 141. madde kapsam dışında kaldı. Anayasa Mahkemesi’nin 141, 142. Maddeleri af dışında tutan maddesini iptalinden sonra 1974 Temmuz ayında salıverildi. Kartal Lisesi’ndeki görevine döndü. 1976 yılı Eylül ayında Orhangazi Lisesi’nden emekli oldu. Çiğdem Kitabevi’ni kurdu. Yayınlar yaptı. Ali Turgan, Alkan Fidan ile demokratik sol çizgide yayın yapan Tartışma adında bir dergi çıkardı. Derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlendi. Yazılar yazdı. Aslan Başer Kafaoğlu, Mümtaz Soysal, Bülent Köksal, Kerim Korcan, Günay Akarsu, Cengiz Gündoğdu, Hasan Basri Akgiray, Hikmet Altınkaynak yer aldı yazı ailesinde. 1978 Ekim ayında Kitabevi, “sol yayınlar bulunduruyor” gerekçesiyle dinamitlendi. Faili “malum” kaldı. 1998 yılında Kitabevi’ni devretti ve tümden emekli oldu. Üçü kız, biri erkek dört çocuk babası. Nezaket adında hemşire emeklisi bir eşi var. 1959 yılından bu yana bir aradalar. Örnekli Kompozisyon Bilgileri, Uyarı (şiirler), Seçme Hikâyeler (seçki), Maltepe, Açık Tanık, İmecenin Gücü, Gündoğan’da Bir Kış, Aykırı adlı kitapları yayınlandı. Erzincan’da; Kazankaya, Erzincan Birlik, İzmir’de; Anadolu, Demokrat İzmir, Sabah Postası, Yeni Asır, Ankara’da; Son Havadis, Pazar Postası, İstanbul’da; Vatan, Maltepe’de; Katılımcı Maltepe, Çağdaş Marmara, Gazete İstanbul gazetelerinde yazılar yazdı. Gayret, Demet, Beşkaza, İmece, Yeniden İmece, Yeni Ufuklar, Yücel, Tartışma, Yön dergilerinde yazıları yayınlandı.

Önceki İçerikSALT 30 Haziran’da kullanıma açılıyor
Sonraki İçerikFatih’in yağlıboya tablosu İstanbul’da

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz