Sinemada Aydın Eleştirisi ve Mekân: Kış Uykusu

442
Kış Uykusu

 SİNEMADA MİMARLIK:1


SİNEMADA AYDIN ELEŞTİRİSİ VE MEKÂN:
KIŞ UYKUSU

Hikmet Temel Akarsu
İstanbul, 20 Nisan 2017

 

Kış Uykusu / Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Senaryo: Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan
Oyuncular: Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ
IMDB Puanı: 8.2
2014 Cannes Altın Palmiye Ödülü 

Kış Uykusu, dünya çapında şöhret ve saygınlığa sahip sinema yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ın 2014 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan filmidir. Söz konusu filmin Fibresci ödülünü de kazandığını ve gişede, durağan sinemasal bir dile sahip diğer Ceylan filmlerinden daha başarılı olduğunu ekleyelim.

Kış Uykusu birçok yönüyle ünlü autheur yönetmenin diğer filmlerinden ayrılır.  Öncelikle bu eserde Ceylan sinemasında tanık olmaya alışkın olmadığımız uzun diyaloglar dikkat çeker. Başından sonuna kadar namütenahi bir aydın eleştirisi tonlamasında süre giden film, buhran betimlemelerini vurgulayan mekânsal seçimleri ve aykırı mekân kurgusuyla da ayrıca dikkat çeker. Kış Uykusu’nda, sembolik anlatımlarıyla ünlü yönetmen zaman zaman kendi incelikli ve dolaylı üslubunu terk ederek doğrudan isimlendirmelere ve sıfatlandırmalara; hatta zaman zaman fars denebilecek alegorilere yönelir. Örneğin kapsamlı bir aydın eleştirisine soyunmuş filmin başkahramanının adının da “Aydın”(!) olması ironi ve teşbih sınırlarını aşan sarkastik bir durumdur. Nuri Bilge Ceylan sinemasının ağır ağdalı, serin, tavizsiz ve ayrıntıcı özelliklerine alışkın izleyici için bunlar beklenmedik uygulamalardır. Buna rağmen filmin bütünü içinde bu eleştirel bakış yadırganmaz ve yönetmenin saygınlığından mütevellit sabırla nereye varacağı beklenir.  

Türkiye’de aydın eleştirisi söz konusu olduğunda herkesin aslan parçası kesildiği bilinmeyen bir konu değildir. Yönetmenin de bu filmde ortalama vatandaş gibi her türlü günahın keçisi olarak aydınları gösterip onları yerden yere vurması bildik medya ve ana akım retoriğine uyum göstermektedir. Ancak bu yaklaşım yaygın söylemle eşdeğer olduğu için tepki çekmemiş bilakis filmin popülaritesine katkı sağlamıştır. Keza filmde sosyal statü olarak aşağı gelir sınıfından tavsif edilen ikincil kahramanlardan  “İmam”nın yanında yer alan yönetmenin, dönemin ana akım siyasasına bu filmde gereğinden fazla mavi boncuk sunduğu da ayrıca iddia edilebilir. Çünkü filmde hikâye edilen 2000’ler sonrası zamanlarda Türkiye aydın despotizminin yürürlükte olduğu dönemlere göre epeyce değişmişti. Artık din adamları alt gelir grubuna mensup değildi. Bilakis sosyal statü olarak epeyce irtifa kaydetmişlerdi ve gerek siyasal gerekse de sosyal durumları toplumun pek çok kesimine göre çok daha iyiydi. Fakat ünlü yönetmen Kış Uykusu’nda bu realiteyi bu şekilde görmemeyi tercih etmiştir.  Ve olması gerekenin tam aksine, Attila İlhan’dan, Yalçın Küçük’e, Aziz Nesin’den Alev Alatlı’ya; her türlü politikacıdan en sade ev kadınına varana kadar toplumumuzdaki hemen herkesin tepkisini çekmiş Türk aydın tipine yüklenmeyi tercih etmiştir. Hulasa; “Boğaz’a karşı viski içip memleket kurtaran aydın…” retoriği bu filmin de temel hareket noktası olmuştur. Filmin, bu tarz tezlerin işlendiği felsefi ve edebi diyaloglar üzerine kurulu olması onu diğer Nuri Bilge Ceylan filmlerinden daha aşağı bir seviyeye düşürse de gerek yerli sinema otoriteleri gerekse de Avrupa sanat çevresi buna ehemmiyet vermemiş filmi baş tacı etmiştir.

Olaylara ve dünyaya tepeden bakan, kibirli ve bencil “aydınımız” Aydın tiyatro yaşamını nihayete erdirmiş ve uzlete çekilmek adına, Kapadokya’da yer alan aile mülklerinin yönetimi ve butik otelin işletmesinin başına geçmiş egosantrik bir şahsiyettir. Lakin aydınımız “Aydın” her yerde olduğu gibi uzlette de rahat durmayan marazi bir tiptir. Doğal olarak orada da halka tepeden bakar, her şeyi kendi zaviyesinden değerlendirir ve tepki çeken edimlere girişir.  Aklıevvel fikirleri ile toplumu eğitmeye, yönlendirmeye, yerel gazetelerde yazılar yazarak ortalığı karıştırmaya kalkışır. Yanı sıra da yoksul, savunmasız ve muhtaç kiracılarına ve de yanaşmalarına kötü davranmakta her türlü karşıt düşünceyi küçümsemektedir. Kahramanımız para- pul ve mal sahibi bir şahsiyet olduğu için bölge insanı ondan çekinir fakat iç dünyasını bilen aile fertleri kendisine karşı son derecede tepkilidir.

Eşzamanlı olarak Aydın’ın “evde kalmış”(!) kız kardeşi ve kendisinden nefret eden duyarlı genç eşi de alttan alta ona öfke biriktirmektedir.  Zaten filmin önemlice bir bölümü bu “kız kurusu”(?!) kardeşin “ aşmış”; derin duyarlılık içeren bilgiç diskurları, yakınmaları ve yargılamaları ile geçer. Halkına yabancılaşmış aydın kocasına büyük tepki duyan genç kadın ise Türk filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz klişeler galerisinden iktibaslarla bu kadar “habis” bir aydın olmanın ne kadar galiz neticeler doğurabileceğini biz bu konulardan habersiz saf izleyicilere çarpıcı sekanslarda anlatır.  Her filmde aynı ağır abiyi oynayan Nejat İşler’in de “Kadirist” hamaset atraksiyonları ile devreye girmesiyle eksik gedik tamamlanır. Aydınlara da onların bu memleketteki bendelerine de hadleri bildirilmiş olur.

Dünyaca ünlü ve gerçekten de çok değerli yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın kanaatimce en zayıf filmidir Kış Uykusu. Ancak Avrupa’nın “Kulaktan dolma bilgilerle Türkiye hakkında ahkâm kesme meraklısı” sanat çevresi bu tarz aydın eleştirisini baş tacı etmiş ve filme en büyük onuru yani Altın Palmiye’yi bahşetmiştir. Bu noktadaki onurlandırma Orhan Pamuk’un Kar romanındaki jakoben aydın tiplemesine verilen destek ile türdeştir. Kuşkusuz gerçek bu şekilde değildir ve Türkiye’de aydın despotizmi, aydın snobizmi ve aydın yabancılaşması belki bazı çevrelerde yoğun bir şekilde vardır ama aydın düşmanlığı istisnasız her yerde ve son derecede boğucu bir hava içinde vardır. Bu da ülkemizde ciddi bir erginleşme, aydınlanma ve gelişme paradoksu yaratan dev bir sorunsaldır. Bu meseleleri yaygın klişelerle ve satıhta ele almak gerçek bir sanatçı için bedeli ödenemez sorunlar yaratabilir. Nuri Bilge Ceylan’ı görmek istemediğimiz konum işte sadece ve sadece budur.  

Peki de bunca eleştirilebilecek unsuru derinliklerinde taşımasına rağmen bu film neden yine de çok değerlidir? Neden vizyona girdikten bunca yıl sonra bile hakkında yazı kaleme almaya değmektedir?

Asıl buna bakmak gerekmektedir!

***

Filme farklı bir açıdan baktığımızda bambaşka manzaralar ve son derecede başarılı sanatsal uygulamalarla karşı karşıya kalırız.  Zaten bizim bu yazıdaki asıl gayemiz filmin, düşünsel eleştirisi değil işbu filmdeki mekân kullanımına dair sanatsal uygulamalar hakkında tartışmaktır. O nedenle sinema teknikleri, drama sanatı, diyalog yazma incelikleri, felsefi tezler, siyasal mesajlarla ilgilenmek yerine bambaşka bir yanına göz atmak istemekteyiz bu değerli filmin: Mekân kurgusuna ve mekân aracılığı ile atmosfer yaratma becerisine…

Nuri Bilge Ceylan usta bir mimar gibi plato kurgulamaz; inşa ise hiç etmez. O doğanın içinde gizli, tanrısal olarak kurgulanmış mimarinin farkına varan ve onu devşirip anlatısının mekânsal unsuru olarak kullanmayı çok iyi bilen inanılmaz bir görüşe sahip, benzersiz bir sanatçı; mutant düzeyinde yetkin bir resim seçicidir.  

Bu minval üzre plato olarak seçilen olağanüstü coğrafya Kapadokya, Kış Uykusu’nda umumiyetle tanık olduğumuz kullanımının zıddı bir fonksiyon ve imgesellik üstlenir. 

Nasıl mı?

Açalım!

Bilindiği üzere Kapadokya Bölgesi iç Anadolu’da yer alan mucizevî bir doğa parçasıdır. Yüce Erciyes Volkanik Dağı’ndan yayılan jeolojik etkinlikler neticesinde zaman içinde bu bölgede yerel halkın peribacaları adını verdiği olağandışı doğa oluşumları yani monolitler hâsıl olmuştur. Toprağın yumuşak ve killi olması da ona bazı tarihsel özellikler kazandırmıştır. Kavimlerin istila ve göç yolları üzerinde yer alan bölgede tarih boyunca bu özelliklerden yararlanılarak korunma, saklanma ve hayatta kalma amacıyla bugün bile hâlâ çoğu keşfedilmemiş sayısız yer altı kentleri, galeriler, korunaklı sığınaklar, “illegal” kiliseler kurulmuştur. İlk Hıristiyan Kiliseleri’nin de mükemmel saklanma imkânı sağlayan bu yörelerde kurulduğunu biliyoruz. Bunlardan pek çoğu bugün ayaktadır.

Bu olağandışı coğrafya, jeoloji ve tarihsel kalıtlar dolayısıyla bölge, özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren orijinal bir turistik merkez olarak yükselmiştir. Bölgenin esrarlı doğası, kızıl toprakları, dev nehirleri, ucu bucağı gözükmez yer altı kentleri, tarihi kiliseler vs. bir araya toplanıp bir de “iş bilir”(?!) turizmcilerin iştahlı yatırımları bölgeye yönelince Kapadokya yöresi önü alınamaz bir yükseliş yaşamıştır. Bu yükseliş sadece turizm alanında olmamış, bölgede, bazı turizm, eğlence, “leisure” ve türevlerine dair işkollarında da Anadolu rönesansı denebilecek faaliyetler yeşermiştir. Şarap çiftlikleri, at haraları, butik oteller, gurme restoranları, seramik atölyeleri, gelişkin kuyumcular, yer altı lokantaları, eski zaman hamamları, antika imitasyon atölyeleri, havalarda uçuşan yüzlerce balonu işleten yatırımcı şirketler, halı çiftlikleri, özel havaalanları her tarafta pıtrak otu gibi çoğalmış veee en sonunda sinema endüstrisi de bölgeyi keşfetmiştir.

Başlangıçta Kapadokya sinema endüstrisi için bulunmaz bir nimet, hayal gücünü ateşleyen bir mucize, bedavadan oluşmuş bir film platosuydu. Nitekim “kült” düzeyde gülünç “Dünyayı Kurtaran Adam” filminden başlamak üzere, Cem Yılmaz dâhil her türlü tuhaflık kotarmak isteyen sinema yönetmeni yöreyi mekân tutmuş ve burada antikalıklar, ilginçlikler, anormallikler ve absürd fantezilerden yola çıkarak kendi sinemasal tasavvurunu uygulamaya koyulmuştur. Bu faaliyetlerin sonrasında kimi zaman gülünç, kimi zaman heyecan veren, kimi zaman da doğrudan doğruya insanı hayretlere düşüren sinemasal yapıtlar ortaya çıkmıştır. Bazı popüler tv dizilerinin de (Asmalı Konak vs.) kervana katılması ile Kapadokya bölgesi popüler sinemamızın olmazsa olmazı olmuş ve böylece kendine ucuz fiyata “çarpıcı”(!) plato kurmak isteyen her yönetmenin ilk aklına gelen mekân haline gelmiştir.

Sinema ve turizm endüstrimiz işte böyle böyle eşelenip vasat, çok zaman da düşük profilli işler yapıp dururken bir gün dünya çapında üne sahip sinema yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın da artık bir nevi sinemasal Disneyland’a dönüşmüş bu mekânı anlatısının platosu olarak seçeceği kimsenin aklına gelmezdi. Fakat Nuri Bilge Ceylan buna cüretle girişmiş ve anlatısını işbu mekânın mimari psikopatolojisinden yola çıkarak yükseltmeyi başarmıştır. Bugünden bakıldığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Yukarıda sıraladığımız tüm olumsuzluklara rağmen “Kış Uykusu” hâlâ üzerinde yazılmaya ve tartışılmaya değer bir “şaheser” olarak görülüyorsa bunda mimari mekânın “nâkıs” saiklerle anlatım öğesi olarak kullanılabilmiş olmasının rolü büyüktür.

Ne yapmış, ne düşünmüş; mekân olarak neden burayı seçmiştir ünlü yönetmen?! Ve neden bu platoda daha öncesinde yüzlerce film yapılmış olmasına rağmen bu film dünya çapında başarıya ulaşmıştır?

?!..

Çünkü Kış Uykusu’ndaki anlatı söz konusu olduğunda, Kapadokya’daki mekân seçimi el yordamı, sağduyu ve sezgilerle yapılmış olsa da çok isabetlidir. Öylesine isabetlidir ki bu kadarını olasılıkla ünlü yönetmenin kendisi bile önceden tahmin edememiştir. Çünkü Kapadokya ile Türk aydını aynı özellikleri taşır. Görkemli bir tarih üzerinde yükselen eğreti yaşamlar, içinde yüzeysel kişiliklerin yaşadığı mazisi derin yapılar, üzerindeki sefil insancıklarla alay edercesine sessizliğini deruhte eden mağdur ve sofistike bir mekânsal oluşum ve görkemli bir mimari kalıtın vulgarize kullanımına hovardaca aracılık eden kötü yetişmiş bir nesil…

Peribacaları içine yapılmış, güğümlerle, kilimlerle bezenmiş; hesapta ince bir zevki yansıtan lakin derin düşündüğünde tarih ve doğa kıyıcılığından başka bir şey olmayan vandalist bir mimari düzen, turizmi en dolaysız haliyle içselleştirip bundan hareketle aykırı bir yaşam kurma iddiası yürüten kolaycı bir entelektüel tayfa, farklılık ve avangardizmini “kira geliri yeme”(!)ye indirgemiş bir egosantrikler makûlesinin iç bayıltan snobizmi, topluca yürütülen mimari miras yağmacılığı ve kişisel açmazlarına çözümü bu içi kof inceliklerde arayan mebzul miktarda bunalım romanı kahramanı…  

Kış Uykusu işte bunlarla doludur ve sözcüğün tam anlamıyla bir bunalım filmidir! 80’lerde yapılan yüzeysel aydın eleştirisi filmleri ile tam anlamıyla kuzendir. Fakat yönetmen -belki de şansına- mekânın psikopatolojisi ile aydınımızın sorunsallarının paradoksal olarak kesiştiği bir platoda yaratısını ele aldığı için eser strüktürel olarak güçlü bir altyapıya erişmiştir. Yani Kış Uykusu’nun başarısı o güne kadar klişeler ve antikalıklar galerisi olarak kullanılan Kapadokya mimarisine nakıs bir yorumla yaklaşmayı başarmış olmasından ileri gelmiştir. Filmin önemi, Kapadokya’nın mağdur, muğber ve karamsar çehresi üzerinde aydınımızı yargılamayı daha doğrusu teşrih masasına yatırmayı akıl etmiş olmasındadır.

Boğucu, müphem, dar odalarda, labirentlerle birbirine bağlanmış basık mekânlarda kendi umarsız ruhsal yaralarına çare arayan tefessüh etmiş aydınlar, küçük çıkarlar peşinde basit oyunlarını hayatın odağına koymuş ve mülkiyet sahipleriyle iki yüzlü ilişkiler kurmuş halktan insanlar, çok zaman yörenin kültürüyle taban tabana tezat teşkil eden gülünesi kovboy şapkaları vs. ile dar salonlardaki burjuva etkinliklerine katılan başka fasıldan rantiye aydınlar, her şeye rağmen büyüsünü sürdüren mağara içi otellerindeki ilginç fakat ruh karartan, depresif odalar, yapıntı bir mimari düzeni ölümüne zorlayan amorf salonlar ve varsıllığın zahmetler içinde yaşandığı zoraki gustolar… Ve hayalleri sönmüş lakin hırsları alev alev ayakta müstafi aydınlar bu filmde birlikte ve bir aradadırlar…

İşte Nuri Bilge Ceylan bu mekânsal unsurları ve hasta karakterleri aydın eleştirisinin aparatları olarak kullanmayı başarmış, özenti bir asalak sınıf olarak yaftaladığı “münevverimizi”(?!) bu yapıntı ve zoraki mekânlarla özdeşleştirmiş ve tıpkı karakterleri olduğu gibi mekânları da birer nümismat titizliğiyle seçerek vizörüne koymuştur. Çiftliğinden harasına, dağ evinden butik oteline, peyzajından ufkuna, dekorundan yatak odasına kadar…  Kış Uykusu’nun başarısının münhasıran bu ve benzeri mekân yorumlamalarından geldiğini iddia etmek abartı sayılmamalıdır.

İşbu keyfiyetin dünyaca ünlü yönetmen tarafından tesadüfen sağlanabildiği kanaatine varmak için ortada bazı nedensellikler vardır. Fakat autheur yönetmenin diskografisine ve geçmişte yaptığı işlere baktığımızda aksinin daha büyük bir olasılık olduğunu görüyoruz. Kısacası anlatım gücünü mekân kullanımındaki maharetten alan işbu buhran sinemasının bilinçle ve sanatçı ustalığıyla başarıldığına inanmak için daha güçlü kanıtlara sahibiz.

Önceki İçerikHikmet Temel Akarsu ile Reddedilmek, Kaybetmek ve Nihilizm Üzerine
Sonraki İçerikEdebiyat Dergileri Koronavirüs Pandemisine Rağmen Çıkmaya Devam Ediyorlar

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz