Ortalık yeni yeni aydınlanıyor alaca karanlık, uyandım. Kediler gibi gerindim, rahatladım. Açtım pencereyi, kuş cıvıltıları arasında ağaçların, çiçeklerin kokusunu daha doğrusu doğayı içime çektim derin nefeslerimle. Oohh ne güzel bir sabah, ne güzel bahar, ne güzel derken, bi de baktım çocuk muşum bahçemizde, koşturuyorum oradan oraya çeşitli meyve ağaçlarının içinde kendi kendime saklanıyorum ağaçların arasına yahut yerde yoncaların içinde yuvarlanıyorum bir o yana bir bu yana… eve koşuyorum. Evimiz mi? iki katlı kerpiç bir bina üst katta iki oda geniş bir sofa, halen daha kokusunu unutmadığım kurutulmuş meyvelerin, bulunduğu, tavanından sarkan armut ve ayva milaklarını sakladığımız kiler.
On iki basamaklı merdivenden aşağı iniyoruz, antre ve sokağa açılan sokak kapısı. Yan tarafta kocaman bir oda kışı bu odada geçiririz. İran halılarıyla döşenmiş bu oda, üst tarafta boydan boya çakılı sedir üstünde el emeği göz nuru işlenmiş örtüler. Yan tarafta pırıl pırıl Sivas battaniyeleriyle örtülü makatlar ve sekiz kişilik bir tahta masa; misafir geldiğinde biz çocukların çekilip oturdukları masa altı sanki kimse bizi görmüyor, duymuyor da şarkı söyler, “yutturmam” oynardık gizlice, anımsanması bile güzel.
Odamızın yanında karanlık bir oda vardı. Orası bizim odunluğumuzdu. Kış gelmeden pelit odunları alınır kırdırılıp dizilirdi bu yere, kapı açıldığında tertemiz bir resim gibi çıkardı karşımıza odunlar. Ne güzeldi sobalarda kömür gibi uzun süre yanan ısısı bol pelit (meşe) odunlarının yanışı. Ateşi de dayanıklı olurdu; mangala çekilip üstü külle örtülünce yarın sabaha kalan ateş yeni dolan sobamızı tutuştururdu.
Van’da kış zorlu geçer, uzun sürerdi. Köy yolları karla kaplanır, geçit vermezdi tipi boran. Herkes kış gelmeden kavurmasını yapar, sebzelerini kurutur, turşular yapılır, havuç, turp, soğan gibi yiyecekler üstü kapalı ancak bir elin girebileceği kadar özel olan çukurlarda saklanarak donmaları önlenirdi. Yağ, bal, bulgur, pirinçler alınır teneke içinde raflarda saklanırdı. Kışın yalnızca arada bir kesilen et ve ayrıca çay, şeker satın alınırdı. Diz boyu yağan, toprak damlar üzerinde biriken karlar kürenir sonra kapı önleri temizlenirdi. Kışın Van çok soğuk olur, evin kerpiç duvarları bile soğuğu önleyemediğinden sobalarımız akşama kadar yanardı. Üzerinde alttan musluklu soba kazanımızda devamlı kaynar su, tabii ki mavi demlikte ıhlamur çayı eksik olmazdı sobanın üzerinden. Sobanın yanına serdiğimiz yer sofrasında diye güle kahvaltımızı yapar, yemeklerimizi yerdik. Elektrik yoktu, lamba ışığında masanın üzerinde yapardık biz kardeşler derslerimizi.
Uzun kış gecelerinde havuçlar rendelenir, üzerine iri dövülmüş ceviz birazcık da şeker koyduk mu onu kaşıklamak ne güzel olurdu. Tavana el değmeden asılan milaklardan koparıp aldığımız armut ve ayvalar ile kurutulmuş meyveleri yemek, eğlencesi olurdu kış gecelerimizin.
Hele lapa lapa kar yağarken elimizde fenerle gece misafirliğine gidişimiz görülmeğe değerdi birde mehtap olunca güzellik artar, mehtabın kardan yansıması camlardan odamıza ayrı bir güzellik huzur verirdi. Gene kar lapa lapa yağarken kırmızı kadife kızaklarda gezintimiz doyulmaz mutluluktu bizim için.
Kar temizlikti. Kışın bata çıka okula giderdik ama bahar gelip de karlar eriğince su toprakla karışır çamur olur; eve gelindiğimizde, lastik çizmelerimizi yahut ayakkabılarımızı yıkamak zorunda kalırdık. Üstümüze başımıza sıçrayan çamurlar da cabası. Güneş çıkıp güneye bakan tarafları kurutur oralarda oynamak ve güneşlenerek ısınmak bize keyif verirdi.
Güneş içinde kalmışım… film bitmiş… uyandım.
Okuyan herkese… GÜNAYDIN… iyi sabahlar.
Neboş, 2020 Mayıs