Yeni Şehrin, Yeni Düzenin Kaygıları ve Kara Film

229
Naked City

Yeni Şehrin, Yeni Düzenin Kaygıları ve Kara Film 

(NAKED CITY)

Yavuz Angınbaş

 

NAKED CITY (1948)
Drama, Suç, Kara Film
Yönetmen: Jules Dassin
Senaryo: Albert Maltz, Malvin Wald
Yapımcı: Mark Hellinger, Jules Buck
Müzik: MiklosRozsa, Frank Skinner
Oyuncular: Barry Fitzgerald, Howard Duff, Dorothy Hart
Süre: 1 Saat 36 Dakika
IMDB Puanı: 7.7
*1949 En İyi Sinematografi Akademi Ödülü
*1949 En İyi Kurgu Akademi Ödülü

 

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile beraber tekrar Hollywood yapımlarına ulaşabilen Fransız seyircisi ve sinema yazarları savaş sırasında çekilen filmleri izlerken daha önce hiç karşılaşmadıkları türden bir sinemaya maruz kalmışlardı. 20’li ve 30’lu yılların dedektif/suç filmlerinin aksine karanlık ve tekinsiz karakterlerin yer aldığı, gölgelerle dolu mekanlarda geçen ahlaki belirsizliğin hakim olduğu bu hikayeler belki bir western ya da korku sineması gibi açıkça bir tür olarak tanımlanamıyordu ama ortak bir atmosferin bu filmleri birleştirdiğini de yadsımak mümkün değildi. Nitekim artık 1941 ve 1959 arasında var olduğu kabul edilen bu akıma bir isim verilmesi 1946’yı bulmuştu. Savaş nedeni ile 1941 ve 1945 arasında çekilen filmleri ancak 1946’da izleyebilen Fransız eleştirmenler bu ortak atmosferi Amerikalı meslektaşlarına göre daha net gözlemlemiş ve akıma ‘Kara Film’ adını vermişlerdir.

40’lı yıllar boyunca köklü bir değişimden geçen Amerikan toplumu bir yandan İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı bunalımı deneyimliyor bir yandan da teknolojik yenilikler ve toplum yapısındaki değişiklikler ile 1920 ve 30’larda oluşan kültürün yerini hızla başka bir düzenin almasına tanık oluyordu. Amerikan şehirleri savaş sırasında Avrupa şehirleri gibi bir yıkıma uğramamıştı fakat savaşın sona ermesi ile beraber ihmal edilen altyapı projeleri hayata geçirilmeye başlanmıştı. Yeni otoyollar ile şehirlerin sınırları tekrar belirlenirken, toplumsal hayatın yaşandığı garlar, okullar, müzeler ve ofis binaları gibi yapıların yerini yenileri almaya başlamış ve tarihte görülmediği kadar büyük bir ‘kentsel dönüşüm’ hareketi ile pek çok eski mahalle büyük bir süratle tanınmayacak kadar değiştirilmişti[1]. New York ve Los Angeles gibi metropoller giderek daha karmaşık ve parçalara ayrılmış bir yapıya kavuşurken teknolojik yenilikler gündelik hayatın hızını arttırmıştı. Ortak bir yaşanmışlığı simgeleyen bazı yapılar ortadan kalkarken, bu şehirlerde yaşayanların iradesi dışında bir müdahale ile on yıllar boyunca oluşturdukları yaşam biçimleri değiştiriliyor ve yaşam alanları bir yandan homojenleşirken bir yandan da hayatları gerek nüfus yoğunluğundaki artış gerek teknolojik gelişmeler gerekse de yeni inşa edilen yapılarda tercih edilen mimari nedeni ile gözetlenmeye çok daha açık hale geliyordu. Her alanda hayatın hızı ve ritmi değişiyor, zaman ve mekan algısı yeniden tanımlanıyordu.

Bu kadar köklü bir değişikliği bu denli hızlı yaşayan bir toplumun bir takım kaygıları olması, eski hayatına özlem duyarken yüz yüze kaldığı bu yeni yapıya şüphe ile bakması ise kaçınılmazdı. İşte ‘Kara Film’, toplumun çekincelerini ve arzularını yansıtarak varlığını koruyan popüler sinemanın bu değişime verdiği cevaptır. Zira, gökyüzüne uzanan binaların arasında sıkışıp kalan, ani değişikliklere uyum sağlamakta zorlanan insanları göz alabildiğine uzanan toprakların tasvir edildiği westernler veya sadece mantığını ve sağduyusunu kullanarak suçları çözen dedektiflerin yer aldığı suç filmleri ile salona çekmek artık mümkün değildi.

İzleyicileri ile aynı sokaklarda dolaşan, 30’larda yaşanan ekonomik bunalım ve İkinci Dünya Savaşı’nda tanık olduğu vahşetin etkisi ile iyiden iyiye umutsuzluğa kapılan, değişen toplumda yerini alabilmek için ahlaki değerlerini kaybeden ve arzularının peşinde yolunu şaşıran ‘Kara Film’ karakterleri ise adeta bu yeni toplumun bir aynasıdır. Uzun bir toplumsal süreç sonucu kendine has bir kültürü oluşmuş olan mahallesinin şehrin her köşesinde yer alan birbirinin tıpatıp aynısı devasa konut blokları tarafından yutulmasına tanık olan izleyicinin kendini üstün zekası, mantık süzgecinden geçirilmiş bilimsel teorileri, sakinliği ve toplumla mesafeli ilişkisi ile öne çıkan dedektif karakteri yerine en rahatsız edici duygularını bile dış ses aracılığı ile paylaşmaktan çekinmeyen ve hayatının kontrolünü kaybetmiş‘Kara Film’ karakterleri ile özdeşleştireceğini görmek çok zor değildir.

‘Kara Film’in bu sarsıcı değişiklikler ile ilgili kaygısı o derecededir ki Alman ekspresyonist sinemasından esinlenen sinematografiden dış mekan çekimlerine kadar pek çok deneysel öğeyi içinde barındıran bu akım renkli filmlerin sinemada etkin hale gelmeye başladığı bu dönemde tercihini siyah-beyazdan, yani eski bir teknikten yana kullanmıştır[2].

İşte makalemizin konusu olan 1948 yapımı Naked City bir yandan şüphesiz ‘Kara Film’ akımının içinde yer almakta ve bahsettiğimiz bu kaygılara hitap etmekte, bir yandan ise akıma dair pek çok filmin kötümser ve kontrolden çıkmışlık duygusunu çağrıştıran atmosferi yerine daha kontrollü bir yapı tercih etmekte, hikayenin odağına da polisi ve soruşturma tekniklerini alarak izleyicide panik duygusu uyandırmaktan kaçınmaktadır.

Film, hikayenin geçtiği New York şehrinin havadan çekimleri ile başlar. Özellikle şehri tanıyanların anlayabileceği şekilde önce güneyden yaklaşan kamera bir sonraki sahnede şehrin orta bölümünü ve ünlü Central Park’ı odağına alır. Bu sekansı tamamlayan sahnede ise kamera şehrin güneybatı bölümünden geçmektedir. Kameranın izlediği bu yol özellikle İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış olan seyircilere pek tanıdık gelecek olan ve dönemin haber programlarında sıklıkla yer alan askeri istihbarat uçuşlarını hatırlatmaktadır[3]. Şehrin dairesel bir şekilde havadan görüntülenmesi ile her şeye hakim olan bir gözün, yani bir gözetleyicinin varlığına işaret edilmektedir. Bir yandan şehrin geometrik yapısı ve uzun bulvarları ile düzen ve kontrol duygusunun altı çizilirken bir yandan da romantik olarak tanımlayabileceğimiz bir ufuk çizgisi ile de melankolik bir atmosfer yaratılmaktadır.

İzlediğimiz bu görüntülere eşlik eden dış ses ise ‘Kara Film’ geleneğine aykırı bir şekilde baş kahramanımız değil filmin yapımcısı Mark Hellinger’a aittir. Uzun yıllar boyunca New York’da köşe yazarlığı yapmış olan ve şehirde çok iyi tanınan Hellinger bize filmin yapımcısı olduğunu anlatmaktadır. Bu durum seyirciye hikayede ve hatta tüm şehirde yer alan her şeyi görebilen bir varlığı hatırlatarak gözetlenme korkusuna atıfta bulunmaktadır. Fakat bunun yanı sıra dış sesin giderek kontrolünü kaybeden bir suçluyu değil de tüm hikayeye hakim olan yapımcıya ait olması ile bir güven duygusu oluşturulmaktadır. Nitekim bu dış ses filmin ilerleyen bölümlerinde hem karakterlere hem de izleyiciye doğrudan hitap edecektir.

Havadan çekilmiş olan bu açılış sekansını takip eden sahneler ise hem ‘Kara Film’ geleneği hem de Hollywood sineması için son derece şaşırtıcıdır. Kamera bize, şüphesiz İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin de etkisi ile, gerçek New York sokaklarını ve mekanlarını göstermektedir. Bu sırada dış ses ise bize gerçek New Yorkluların filmde kendilerini oynadıklarını söyleyerek izlediğimiz filmin bizlere ait olduğunu ve bizim hikayemiz olduğunun altını çizer. Fakat bir yandan da tanık olduğumuz görüntü romantik bir biçimde tasvir edilmiş ‘asla uyumayan’, sürekli ilgimizi çekecek olayların gerçekleştiği New York’dan çok birbirinden bağımsız bir şekilde var olan mekanik süreçler serisidir. Boş bir iş merkezini temizlemekte olan bir kadın, kimsenin dinlemediğini düşündüğü bir müzik programı için kayıt yapan bir radyocu ve çalışmakta olan fabrika görüntüleri şehri adeta kişisellikten uzak süreçler ile tanımlarken sekansın sonunda yer alan cinayet sahneleri ise şehirde yaşayan herkesin kendine has bir hikayesi olduğunun altını çizer.

Nitekim bu kişisel olan ve olmayan ikilemi film boyunca mekanlar aracılığı ile de devam edecektir. Hikayemizin ana kahramanı olan dedektifler soruşturma boyunca parmak izi toplama, şüphelileri gün boyu takip etmek veya mücevhercileri teker teker gezerek ipucu toplama gibi kendi karakterlerini pek de ortaya koyamadıkları yöntemler ile şehir merkezinin kalabalık, parçalara ayrılmış sokaklarında gezmektedirler. Fakat genç dedektifimiz Halloran mesaisi bittiğinde Manhattan sokaklarına değil daha alçak yapıları ve sakin hayatı ile bilinen Queens’e dönmektedir. Bir yandan ise hikaye örgüsüne hiç bir katkısı olmasa da çocuğuna bir fiske bile vurmaktan çekindiği aile hayatı aktarılarak bu ‘soruşturma makinesi’nin de aslında kendi duyguları, korkuları ve arzuları olan bir birey olduğunun altı çizilmektedir.

Benzer bir durum suçlular için de geçerlidir. Dedektiflerimiz suçluları, suç mahallinden topladıkları ipuçları ve yine şehrin değişik bölümlerinden gelen tanıkların ifadeleri ile kimliksiz birer suç makinesi olarak tanımlamaktadırlar. Fakat bir yandan bu ipuçları peşinde olduğumuz katilin akordeon çalmaktan hoşlanan bir güreşçi olduğunu, yani aslında çok da renkli bir kişiliği olduğunu işaret etmektedir.

Naked City oluşturduğu bu yapı ile sürekli gözetim altında olduğumuz, mekanik süreçlerinin ve devasa yapılarının bizi sürüklediği bu şehrin aslında bize ait olduğunu ve hepimizin birer birey olarak var olduğunun altını çizmektedir. Dış ses karakoldan çıkmakta olan bir şüpheliye şöyle seslenmektedir;

‘Uzun bir gün oldu Niles ama artık istediğin yere gidebilirsin. Fakat iki polis memuru sürekli seni takip edecek. Üç vardiyada ikişer memur. Altı adam eder.’

Başka bir sekansta ise dış ses bize artık herkesin sürekli olarak gözetlenebileceğini anlatmaktadır. Film bize sürekli olarak izlediğimiz hikayenin gündelik hayatın bir parçası olduğunu hatırlatır. Görüntülenen mekanlar ‘Kara Film’ geleneğinin tersine iyi ışıklandırılmıştır ve bir tehdit unsuru içermemektedir. Fakat gene de kamera yüksek bir açı ile belki de hayatlarının en özel anında tek çocuklarının cesedini teşhis etmekte olan bir anne babayı gözetlemekten kaçınmaz.

Sürekli olarak cadde isimleri ve yol tarifleri ile şehrin neresinde olduğumuzu bize bildirerek bilinmezlik duygusunu yok eden Naked City seyircinin kendi hayatında da yaşamakta olduğu bu hızlı değişimin, giderek mekanikleşen ve parçalara ayrılan şehrin yarattığı kaygının ve paniğin altını çizmek yerine bu durumu karakterlerine verdiği kişisel alanlar ve gündelik hayatın sıradanlığını kullanarak sakinleştirmektedir.

Fakat film seyircisini sakinleştirirken asla onun karşısındaki bu gözetleyen, parçalara ayıran ve mekanikleştiren şehrin yanında yer almaz. Şehrin kendi gerçekliğine uymayan her şeyi ve bireyi yok edeceğini yadsımaz. Nitekim peşinde olduğumuz katilin yaşadığı Aşağı Doğu mahallesi filmin geri kalanında gördüğümüz şehirden çok farklıdır. Alçak katlı yapılardan oluşan labirent gibi bu mahallede önceden deneyimlediğimiz sokakların ve devasa yapıların düzeni, kontrolü ve sıradanlığına rastlamak mümkün değildir. Fakat bu mahallenin yaratmış olduğu karakterimiz toplumun dışına itilmiş, güreşçi olduğu için aptal olduğu varsayılan bir suçludur. Filmin sonunda yer alan kaçış sahnesinde ise gözetleyici göze özenerek ve belki de onun gücüne sahip olma isteği ile modernizmin sembolü olan yüksek bir köprüye çıkarak filmin açılış sekansında gördüğümüz bakış açısına sahip olmaya çalışır. Fakat sıradan birey için bu iktidara sahip olmak mümkün değildir ve vurulduktan sonra köprüden düşerek ölür. Köprüye çıkmaktan kaçındıkları açıkça gösterilen polislerimiz ise hayatlarına devam etmektedirler.

Şehir, mekan ve sakinleri arasındaki ilişkiden yola çıkan Naked City bir yandan 40’lı yıllarda Amerikan şehirlerinde yaşanan dönüşümün bireylerde yarattığı kaygıyı, toplum üzerinde giderek artan kontrol edilme duygusunu tasvir ederken bir yandan da sıradan insanın pekala bu düzen içerisinde de kendi kişisel dünyasını kurmayı becerebileceğinin altını çizerek, onu yüceltmekten kaçınmayarak aykırı bir ‘Kara Film’ klasiği olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.


[1]Dimendberg, E. (2004). Film noir and the spaces of modernity. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, sf.6-8.

[2]Schrader, P. (1972). Notes on film noir. In A. Silver&J. Ursini, Film noir reader (sf.53-63). New York, NY: Limelight Editions

[3]Dimendberg, E. (2004). Film noir and the spaces of modernity. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, sf.43.

Önceki İçerikTAKSİM KENTSEL TASARIM YARIŞMASI Takvimi Güncellendi
Sonraki İçerikSonsuz Şimdi

Cevapla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz