“GERÇEK NEREDE?”
İstanbul, 18 Aralık 2021
TEOLOJİK DÖRTLÜ VE ONA KAYNAKLIK EDEN NİHİLİST (REDDEDİLENLERİN RİSALELERİ) ADLI ROMANI HAKKINDA HİKMET TEMEL AKARSU İLE RÖPORTAJ
Hazırlayan: Ahmet Yıldız / Gerçek Edebiyat
Yazarın izniyle iktibas edilen Orijinal Yayın:
https://gercekedebiyat.com/elestiri/hikmet-temel-akarsuyla-nihilist-romanini-konustuk
Hikmet Temel Akarsu’nun 2008 yılında yayınlanan Nihilist – Reddedilenlerin Risaleleri romanı Doğan Kitap gibi yaygın tanıtım ve dağıtım ağı olan bir yayınevinden çıkmış olmasına rağmen sadece marjinal bir kesimin ilgisini çekti. Dönemin nihilistik duygularını “gothic edebiyat” kalıplarıyla tarihsel bir parodi eşliğinde sunan roman dolaylı göndermeleri, metaforları, felsefi mesajları ve ürkütücü alegorileri ile öne çıkmakta idiyse de bu tür iddialı edebi deneyler dönemin okurunu pek ilgisini çekmiyordu. Bundan dolayı kitap dar bir okur kesimi tarafından ilgi ile karşılanmasına rağmen ticari anlamda başarısız oldu. Buna rağmen yazar, “başyapıtım” dediği bu romana derin duygularla bağlı olmalıydı ki bu kitaptaki epizodlardan yola çıkarak farklı ve tıpkı roman kadar düşündürücü ‘türev’ edebiyat yapıtları yazdı. Bu türev ürünlerin en önemlileri Tarihçileri, Vandallar, Ruhbanlar ve Müridler adını taşıyan dört tragedya idi ki yazar bunları oldukça tartışmalı bir süresonunda Devlet Tiyatroları repertuar havuzuna kabul ettirmeyi de başardı. Daha sonra bu dört tragedya yazarın “Bütün Oyunları” başlığıyla Verita Yayıncılık’tan yayınlamakta olduğu kitap serisinin beşinci cildi olarak Teolojik Dörtlü adıyla kitaplaştı. Bu tutkulu, marjinal, sofistike ve felsefi yazınsal serüvenin yazarı Hikmet Temel Akarsu ile hem Nihilist (Reddedilenlerin Risaleleri) hem de tragedyalarını topladığı eseri Teolojik Dörtlü hakkında konuştuk.
- Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri romanınız diğer yapıtlarınız arasında gölgede kalmış gibi gözükse de siz genellikle ondan “başyapıtım” diye söz ediyorsunuz. Nedir bu romanda sizin yapmak istediğiniz ve sizi ona bağlayan nedenler? Bu romanı sizin için diğerlerinden farklı kılan nedir?
H.T. AKARSU: “Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri” sadece bir ya da birkaç çözümsüz sualin peşinden giden bir eser değildir. Uygarlığımızın komple teşrih masasına yatırıldığı alışıldık olmayan bir metindir. Ne tam roman diyebilirsiniz ne de risale; ne öykü diyebilirsiniz ne detez, ne felsefi metin diyebilirsiniz ne de manifesto. Aykırı, ayrıksı, pesimist, anakronik ve kara bir yadsıyıcılık metnidir. Kuşkusuz sizin tespit etmiş olduğunuz suallerin de yanıtını aramaktadır; ama kesif bir umutsuzluk ve pesimizm ile. Çünkü gerçeğin nerede olduğunu bilebilmenin artık olanaksız olduğu bir dönemecine gelmiş bulunuyoruz “uygarlığımızın”(!). İnsanın neden sürekli öldürdüğünün yanıtını veremediğimiz gibi hakikatin de nerede olduğunu bilemiyoruz. Bu konulara klişe eğitim sisteminin ya da ana akım öğretinin dışında yanıtlar aramaya başladığınızda aykırı bir profil olursunuz ve toplum tarafından reddedilirsiniz. Buradaki toplum tarafından reddedilme insiyaki bir şekilde cereyan ettiği sanılır. Ama gerçekte öyle değildir. Sistemin muhafızları ve ideologları sizin üzerinizi çizmiştir. Bir daha neye el atsanız kurur. Her yerden dışlanırsınız. İşte “Reddedilenlerin Risaleleri” tüm bu nevi muhalif, kuşkucu, aydınlanmacı, bilimselci, tahakkümü reddeden, insanlar arasında kardeşliği ve eşit paylaşımı arzulayan, sevgiye dayalı, özgür bir dünyanın hayalini kuran, düşünü gören ve bunun için volontarist bir güdü taşıyanherkesin sistem tarafından dışarıya itildiği ve canavarlaştırıldığı ya da teslim alınıp ehlileştirildiği bir devranda; yani âdemiyetin karanlık çağlarında sisteme dair tüm bu fenalıkları sağaltmak için yola çıkmış, içli, duyarlı ve adanmış bir yalvacın umutsuz çırpınışlarını anlatır. Bu yönüyle benim yaşam karşısındaki duruşumun bir kısa özeti gibidir. Hüsnüniyetiyle, biçareliğiyle, umarsızlığıyla, umutsuzluğuyla, çözümsüzlüğüyle…
- “Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri” romanının en dikkat çekici yanlarından biri de alternatif bir tarih yaklaşımına -ya da felsefesine- sahip olması. Eser, uygarlık tarihi boyunca bize anlatılanların gerçeği yansıtmadığını iddia ediyor ve bu sahtelik mekanizmasının nasıl çalıştığına ilişkin çok sayıda ve çarpıcı alegoriler sunuyor. Buna ne dersiniz?
H.T. AKARSU: Bu görüş doğru. Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri’nin temel tezlerinden biri ve hatta diyebilirim ki en önemlisi uygarlığımızda tarihin yazılmaktan çok bilinçli ve maksatlı bir şekilde silindiği; sistemin bunun için güvenilir ve gayretkeş tarihçiler, sözde bilim insanları ve bendeler istihdam ettiği, hatta dönem dönem tarih silicileri de silerek gerçeğin izlerini iyice yok ettiği, bu nedenle insanlıkta gerçekte neler olup bittiğini asla bilemeyeceğimizdir. Bugün artık el kadar çocukların bile bildiği bir gerçek var ki tarih kazananlar tarafından yazılır. Ve her çarpışmanın ardından yeni bir kazanan ortaya çıkar ve yeni bir tarih yazdırır; kendinden öncekileri sildirir, yok eder, tahrif ve tahrip eder; tanınamaz hale getirir. İnsanlığa dair bu lanet olası vandallığın tek bir iksiri vardır: Gerçek edebiyat. Yani bizler tarihte gerçekte neler olup bittiğini sistem bendesi tarihçilerin güdümlü yazılamalarından değil; sistem tarafından itilip kakılmış, bir kenara atılmış, yok sayılmış, kimi zaman da bizzat yok edilmiş gerçek edebiyatçıların, yazarların, yalvaçların evrak-ı metrukelerinden, bir puzzle’ı tamamlar gibi çabalayarak, emekle öğrenebiliriz. İşte “Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri” aslında bu düşünceye hizmet eden bir metindir. Yani insanlıktaki gerçek yazar ve yalvaçların –ki bunlara büyük bir adanmışlık ve hüsnüniyete yola çıkmış, insanlığı sağaltmayı hedeflemiş, bu uğurda öğreti yaymış, insanlığın yüz akı peygamberler de dâhildir– başlarından geçenleri ana hatlarıyla anlatır. Metinlere ve tarihe nasıl bakılması gerektiği konusunda zihin açmaya çabalar. Büyük düşünür, yalvaç ve peygamberlerin öğreti ve yaratılarının daha sonra gelen ruhban sınıfları ve ana akım sistem idarecileri elinde nasıl tahrif edilerek kendi amaçları için kullanıldığını ve buna karşı çıkanların nasıl ehlileştirildiklerini, ehlileştirilemeyenlerin nasıl berhava edildiklerini anlatır.
- Sizi bu kanaate götüren süreçten bahsedebilir miyiz? Mesela bu kanaate varmanıza neden olan gözlem ve analizlerinize ilişkin kendi yaşam döngünüzden örnekverebilir misiniz?
Mesela Kayıp Kuşak adı verilen, benim de mensubu olduğum X Kuşağının durumunu düşünün: İnsanlığın kurtuluşu, özgürlük, kardeşlik ve adalet için yola çıkmış bir kuşağın başına gelenleri düşünün!Bir de bugünkü dünyaya bakın. O içten çabalar, yaşadıkları işkenceler, cehennemî hayat ve berhava ediliş ya da lanetli bir hayata mahkûm ediliş… Kaybedenlerin onursuzca ehlileştirildiği bir vahşi liberal sistem… Onlardan geriye ne kaldı? Geriye kalan bence sadece bir büyük duygu ki o da edebi metinlerde saklı. İşte onlar da reddedilenlerdi ve bir anlamda kendi metinlerini yazmışlardı. “Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri” ilk bakışta fevkalade “idealist” bir metin gibi gözükür. Buradaki idealisti felsefi anlamda kullanıyorum. Yani pesimizmi, teslimiyeti ve tevekkülü öğütler gibi gözükür. Ama bu metin varlığıyla bile tüm bunlara bir karşı çıkıştır. Çünkü insanlara gerçeği nerede aramaları gerektiğini öğretmeye çalışır. Bu yönüyle bugünkü çürümüş sistemin devamından yana olanlar için “heretik”(!) bir metindir.
- Nihilist aynı zamanda üslupçu edebiyatı ile de dikkat çeken bir roman. Bu üslupçuluk zaman zaman eserin anlaşılmasını da zora sokuyor. Yer yer arkaik, kimi zaman ağdalı, bazen de epik ya da mülemma bir dil kullanılıyor. Böylesi bir üslubu seçmenizin nedenleri nelerdir?
H.T. AKARSU: Bu noktada bir parça edebiyat konuşmamız gerekiyor. Bana bu türde eleştiriler sık sık gelir. Sadece arkaik dile yakın olduğuma dair değil. Başka birçok şekilde; mesela kimi zaman fazlaca Fransızca ya da İngilizce sözcük ve kavramlar kullandığıma dair. Ağdalı dil kullandığıma dair vs. Ortalama okurun edebiyata dair incelikleri kavrayamamasını anlayışla karşılayabilirim ama yine de onu o anlayamadığı dille etkilemek, büyülemek, tutsak etmek kabildir. Zaten edebiyat dediğimiz söz sanatı tam da budur. “Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri” ağırlıkla Gnostik çağda geçen, teolojik temalarla içli dışlı, anakronik, arkaik çağlara ait bir anlatı. Bu çağın duygusunu ve algısını verebilmek için doğal olarak mukaddes kitaplardakine benzer bir retorik, bir üslup tutturmak gerekirdi. O retoriğin aynısını asla yapamazsınız ama bir benzerini yaratmayı denemek zorundasınızdır. Atmosfer ve plato yaratmak için. Bu oldukça zor; maharet ve edebi yetkinlik isteyen bir iştir. Çünkü bunu hissettirmeden yapamazsanız çok banal kaçar, bayağı olur. Bunu ustalıkla, zarafetle, özenle ve inandırıcılıkla başarmanız gerekir. Zaten edebiyat esas itibariyle budur ve o nedenle sanatların en yücesidir. Söz sanatlarını küçümseyen ve özentilik olarak gören edebiyatçılar daha ziyade toplumcu-gerçekçi dönemin etkisi altındaki ortalama yazarlardır. O tarz, döneminde işlevsel olduysa da bugün için fazlasıyla sıradandır.
Nihilist’te arkaik bir dil kurmaya çalıştım; fakat aynı ben çocuk kitapları da yazarım; açın bakın oradaki dilim çok farklıdır; son derecede sadedir. Edebiyatın çok farklı alanlarında, avangard eserler vermeye çabalayan bir yazarım. Her yazınsal serüvenimde ayrı bir üslupçuluğun peşinde olurum. Örneğin 90’lar İstanbul’unun “underground” yaşamını anlattığım İstanbul Dörtlüsü’nde (Kaybedenlerin Öyküsü-İngiliz-Küçük Şeytan-Media)kullandığım dil İngilizceyle harman olmuş, rock kavramları ile iç içe, sert, sekter ve mülemma bir dildir. “Ölümsüz Antikite” serisinde epik bir dil kullanmayı denedim. “Özgürlerin Kaderi” ve “Konstantinopolis Kapılarında” adlı tarihi romanlarımda şövalye romanlarının yerli versiyonları olan bahadırlık romanları olarak yazdım. Orada da bambaşka hamasî bir dil kullandım. Bir bahadırlık romanında “yettim gayrı”, “urun kâfire”, “koman gitsin” diyebilirsiniz ama bunu bir rock romanında yaparsanız gülünç olursunuz. İddialı yazarlar dille oynarlar ve her yapıtlarında ayrı dilsel deneyler içinde olurlar. Sadece bu saydıklarım değil, müstear isimle üslup denemeleri yaptığım birkaç yazar kişiliğim daha var. Bunları bilen bilir. Bilmeyenler de önemli değil zaten. Fiyaka miyaka beni ilgilendirmez. Ben edebiyattaki asıl hazzımı yeni bir dil, yeni bir üslup yaratmayı başardığımda alırım. Ve bu, hayattaki en büyük zevkimdir. Söz sanatlarında üstün bir yaratısı olmayan metinleri ise görmekten bile sıkılırım. O yüzden tür edebiyatı, polisiye, pembe roman, best-seller, gazete vs. okumam mesela.
- Siz bence Türk edebiyatının yaşayan önemli yazarlarındansınız. Kitap da özgün bir yazınsallığı yansıtıyor. Buna rağmen okurdan gördüğü ilgi yetersiz. Yayım tarihinden bu yana da epey süre geçmiş. Buna rağmen üzerindeki küller hâlâ duruyor. Bunu neye yoruyorsunuz?
H.T. AKARSU: Ben bu kitabın az satmasına, ilgi görmemesine, görmezden gelinmesine şaşırmıyorum ve bunun normal olduğunu düşünüyorum. Günümüzde edebiyat eski ulvî gayelerinden ve toplumda yalvaçlık yapmak gibi fonksiyonlarında uzaklaştırıldı. Ana akım tıpkı tarihi silip yerine yenisini yazdırdığı gibi edebiyatı da yok edip yerine sahtesini koydu. Bugün insanlığın temel meselelerine neşter atan eserler değil endüstriyel edebiyatın ve banka yayınlarının pompalamalarına dayalı eserler gündemde. Zaten ana akım edebiyat ortamının görmezden gelip huzursuzlukla karşılayacağı bir roman değil mi Nihilist? Çünkü tam da onların binyıllardır yapa geldiklerini anlatmıyor mu? Gerçek edebiyatın sâkıt olduğu bu fetret dönemi bilmiyorum ne zaman sona erecek. Ama benim reddedilmiş eserim hep bir yerlerde duracak. Ta ki bir ya da birkaç zekâ pırıltısı onu söylediklerini anlayana kadar. Bu, bütün değerli yapıtlar için böyle olmadı mı; Ulysses ilk basıldığında kaç tane satıldı sanıyorsunuz; ben söyleyeyim: Dört adet. Kafka eserlerinin gün yüzü gördüğünü bile göremedi. Sabahattin Ali ancak 70 sene sonra hak ettiği değerini buldu. Güçlü bir eser döneminin çok çok ilerisindedir ve çıkar çıkmaz anlaşılmasını beklemek mantıksızdır. Anlaşılabilmesi için aradan en az otuz yıl geçmesi gerekir. O arada da toplum, yazarına kabir azabı çektirir. Bu yüksek edebiyatta hep böyle olur. Ve ben bu gerçekle barıştım. Bunu kabullendim. Okur dalkavukluğu yapmayı ve kitap satmak için edebi ideallerimden vazgeçmeyi düşünmüyorum. İstesem bu elimden gelir. Ama ben para kazanmak için yazar olmadım. Öyle olsaydı müteahhit olurdum. İTÜ mezunu mimarım ve edebiyat uğruna kariyerimi yaktım. Sırf onlar gibi olmamak adına. Ben edebiyatı insanlığın önünü aydınlatan en güçlü araç olarak görürüm ve yaşam gayem bunu en iyi şekilde yapmaktır. Beni mutlu eden de budur. Satış listeleri ve edebiyat piyasasında dönen küçük insanlara mahsus ayak oyunları ile ilgilenmiyorum.
- Gerçek bir yazarın meşakkatli yaşamının bir örneğisiniz bu tavrınızla. Romanınızda kadınlarla ilgili tepki çekecek, oldukça tartışmalı bölümler var. Örneğin bir yerde kadınların kendilerine işkence edilmesini sevdiklerini söyleyen bir replik var. Feministlerin olası tepkileri sizi hiç düşündürmedi mi? Yerleşik ideolojilerden korkmuyor musunuz?
H.T.AKARSU: Kadınların kendilerine işkence edilmesini sevdikleri benim sözüm değil Reddedilenlerin Meshi Refuseum’un âşık olduğu Maria’nın bir repliği. Bu sözün de temeli Marquis de Sade’ın düşüncelerine dayanır. “Bu sözler benim değildir, roman kahramanlarımın replikleridir,” deyip işin içinden çıkmak gibi bir kurnazlık yapacak değilim. Ama güncel feminist modalardan farklı bir feminizm anlayışım olduğunu söyleyebilirim. Gerçekte kadının tarihsel ezilmişliğinin ve hakkının yenmişliğinin farkında olan ve bunun giderilmesi için çaba içinde olunması gereken bir feminist yanım vardır. Bunun kanıtını Ölümsüz Antikite’nin birinci cildi olan “Aseksüel Koloni ya da Antiope” adlı romanımda test edebilirsiniz. Yani bu konuda kadınlara şakşakçılık yaparak puan toplamaya çalışan kurnaz bir yazar değilim. Samimi olarak feminist temalara değer veren, kendimce bir feminist dizge kuran bir yazarım. Bu konuda henüz yayınlamadığım bir romanım daha var. “Ölümsüz Antikite”nin dördüncü cildi. Ama tüm bunlara karşın erkeğin ve kadının doğasındaki bazı gizler üzerinde düşünen bir insanım. Ben kadın ve erkeğin fiziksel eşitliğine inanmıyorum. Hakların ve fırsatların eşit ve adaletli olması gerektiğine inanıyorum. Bazı konularda kadınların üstün olduğuna inanıyorum; konuşma, dil yeteneği, edebiyat, sağlık, uzun yaşam, soğuğa karşı direnç, empati, sevgi, duygular gibi sayısız konu sayabilirim. Erkeğin de üstün olduğu alanlar var. Bunlar daha ziyade fiziksel güç ve fenne dair. Bugüne kadarki dünya kaba kuvvete dayandığı için erkekler tahakküme dayalı bir sistem kurdular ve kadınları köleleştirdiler. Bunun artık değişmesi lazım. Bu net. Ama bir de kişisel yaşamışlıklarımızdan ve gözlem ve okumalarımızdan edindiğimiz bazı tespitler ve realiteler var ki bu sadece benim için böyle değil; işte Oscar Wilde “Her erkek sevdiğini öldürür,” diyor. Erkeklerdeki bu katil ruhu, bu zorbalık bir testesteron öyküsü olmalı ve nasıl ehlileştirileceği hâlâ bir muamma. Benzer şekilde kadınların kendilerine acı çektiren erkeklere daha düşkün olduklarını gözlemlemiş sayısız edebiyatçı var ve ben de kendi kişisel yaşamımda bunu fazlasıyla deneyimledim. İyi yürekli, duygusal, zarif, içli, merhametli ve şairane bir erkek söylemde her kadın için değerlidir ama gerçekte bu tür erkeklerden hemen sıkılır, uzaklaşırlar ve bela açan, acı veren erkeklere koşarlar. Gördüğüm her ilişkide bunun umarsız, yaradılıştan gelen, fizyonomiye dayanan, mazoşizm adını alan, absürd bir realite olarak var olduğunu gözlemliyorum. Bu, insanlığa ilişkindir, yaradılıştan gelen, oldukça şaşırtıcı bir paradokstur.
- Nihilist-Reddedilenlerin Risaleleri romanında almış olduğunuz geri dönüşler sizi tatmin etmediği için mi bunları sahne için, dört tragedya olarak ayrı bir formda yazarak Teolojik Dörtlü adı altında kitaplaştırdınız?
H.T.AKARSU: Roman formunda anlattığım -hikâye demeyeceğim;- mesellerin sahneleme için çok uygun dramatik yapısı olduğunu daha romanı yazarken biliyordum. Ama romanı yazdıkça bu dramalar zihnimde kristalleşti. Bunları sahne sanatlarının verdiği olanaklarla, “teatral”, altı çizilmiş olarak, haykırarak söylemek gerektiği yönünde “Shakespeareyen” bir duygu doğdu ruhumda. Gerçi tragedyalar çağı geçmişti ama ben anakronik bir şekilde tragedya yazmaktan büyük bir haz alacağımı ve mesajımı çok daha net ve kristalize bir şekilde verebileceğimi düşündüm. Yazdığım tragedyalar, Tarihçiler, Vandallar, Ruhbanlar, Müridler beni ziyadesiyle tatmin etti ve büyük oranda mizaha ve sululuğa gömülmüş, farslarla idare eden günümüz Türkiye tiyatro ortamının bu eserlerin hakkını veremeyeceğini, sahnelemek istemeyeceğimi, hatta anlayamayacağını düşündüğüm için bunları bir edebiyat ürünü olarak kalıcılaştırmayı yani kitaplaştırmayı düşündüm. Bana göre tiyatro eserleri sadece sahnelemek için yazılmazlar. Aynı zamanda okuması insanı yücelten, müstesna bir edebiyat formudur tiyatro. O yüzden de felaket satış rakamlarında kalmış olsa da Teolojik Dörtlü’yü yayınladığım için kendimi fevkalade bahtiyar hissediyorum. Onun yarın çok daha iyi anlaşılacağına inanıyorum.
- Son olarak; böylesi marjinal bir temayı konu edinmenizin nedeni nediracaba?
- T. AKARSU: Bilhassa yüksek edebiyat eserleri bir büyük duygu, bir büyük farkındalık, bir büyük sanatsal itki ve bir büyük erdem arayışı için yola çıkmış, hedefi karmaşık, çetrefilli betiklerdir. Ben bu eserde bu nevi bir arayış duygusu içinde oldum ve bulduklarımla iftihar ettim. İstedim ki: Bilsinler! Dünyayı bu hale getirenler bilsinler ki ne yapmakta olduklarını görüyorum, anlıyorum ve kaydediyorum.
Bu son cümleleriniz. Teşekkür ediyoruz…
- Teolojik Dörtlü / Hikmet Temel Akarsu
- Bütün Oyunlar: 5 – 2018
- (Tarihçiler – Vandallar – Ruhbanlar – Müridler)
- Verita Yayıncılık (Küçük Yayıncı)
- 302 Sayfa
- Nihilist – Reddedilenlerin Risaleleri
- Hikmet Temel Akarsu
- Roman – Doğan Yayıncılık
- 192 Sayfa – 2010